Problemin özü

BAZI okuyucularımız bizim sık sık "laiklik" üzerinde durmamızı eleştiriyorlar. Bir bakıma haklılar. Türkiye’de başka bir konu yokmuş gibi -örneğin Sosyal Güvenlik yasası geldi geçti, yazamadık. Talabani’nin ziyareti önemliydi, değinemedik- ikide bir o noktaya değiniyor olmaktan biz de memnun değiliz.

Ama onun yanında bir gerçek var:

Bugün laikliği ihmal etmenin bedelini yarın hiçbirimiz ödeyemeyiz. Unutmayalım ki Türkiye’nin "laik"liği resmen Anayasa’sına koyması Cumhuriyet’in ilanından ancak 14 yıl sonra (1937’de) mümkün olmuştur. Oysa Büyük Atatürk daha 1919’da kendi yetki alanı içindeki valiliklere ve komutanlıklara gönderdiği meşhur Amasya Tamimi’nde (Genelgesi) "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" diyerek ülkenin geleceğini "laik" bir zemin üzerine oturtacağını -anlayanlara- ilan etmişti.

Buna rağmen savaş kazanan, devlet kuran, Cumhuriyet ilan eden Atatürk, çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda laik rejimin bir günde, bir yılda, hatta on yılda resmen ilan edilemeyeceğini dikkate alarak önce uygulamayı, sonra da adını koymayı tercih etmiştir.

Çünkü İslamiyet ona inananların sadece "inanç" dünyasını düzenlemekle kalmaz, "devleti de ben yöneteceğim" der. Ona "devleti yönetmenin onun işi olmadığını" kabul ettiremediğiniz sürece İslamiyet adına konuşanların "laik sistemi yıkmaya" çalışacaklarını bilmeniz gerekir.

Nitekim 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de en sonunda bu noktaya geldi ve dünkü gazetelerde çıkan şu sözleri söyledi:

"Türban, şeriat devleti arayan İslami cereyanların kullandığı araçlardan biridir. Aslında göründüğü kadar masum, ’Ne var bunda canım? İşte özgürlüktür’ denecek cinsten bir şey değildir. (...) Bu zamanda böyle bir meselenin yeniden Türkiye gündemine gelmesi ve alevlenmesi Türkiye için talihsizliktir."

Türkiye’
nin bu noktaya gelmesinde en az yüzde 50-60 oranında payı olan kişi söylüyor bunu.

"Türban" konusunu sadece "bireylerin temel bir özgürlüğü" olarak gören ve "Batı ülkelerinde bu bir temel özgürlük konusu olarak görülüyorsa, Türkiye’de neden karışılsın?" diyenlerin atladığı nokta, artık Demirel’in de gördüğü "şeriat tehlikesi"dir.

"Avrupa’da siyasi İslam’ı türbanla sembolize eden ve şeriat devleti kurmak isteyen bir cereyan mı var ki, onunla Türkiye’deki tabloyu mukayese edesiniz?" sorusuna yanıt veren o yüzden yoktur.

O yüzden laikliğin, demokrasinin de, çağdaşlaşmanın da temel taşı olduğuna inananların duyarlık göstermesi gerekir. Her gün ondan söz etmek de bu yüzden zorunlu olabilir.

Taha Akyol
geçen gün bir yazısında "laik" rejimle yönetilen Fransa’yı örnek gösteriyor ve;

"Fransa militan laiklikle militan Katoliklik arasındaki kavgayı nasıl aşmış?

Zaferi kazananların eski düşmana özgürlüğünü vermeleriyle...

Yani laikçiliğin demokratik laikliğe dönüşerek Katoliklerin özgürlüğünü tanımasıyla..."
diyordu.

Keşke, "Kilise orada din devleti kurma iddiasında mı?" sorusuna da yanıt aramış olsaydı.
Yazarın Tüm Yazıları