KİMİ densizlik dedi. Kimi şakaya vurdu. Kimi üstüne alınmayıp karşı tarafı küçültmek için kullandı.
Ama kabul edelim ki İstanbul’da metrobüs hattının açılışı sırasında bir aklı evvelin Başbakan Tayyip Erdoğan’ı "Son Osmanlı Padişahı" olarak gösteren bir afiş açması, seçim kampanyasına damgasını vurdu.
Neden öteki yakıştırmalar, örneğin Mersin’de yapılan AKP seçim mitingi öncesinde açılan bir afişteki "Türkiye’nin İkinci Atatürk’ü" tutmadı?
Çünkü Tayyip Erdoğan’ın bir "siyasi lider" olarak hareketlerine, sözlerine, kararlarına, ülkeyi yönetim biçimine bakanlar, bunların ancak kendisinde "padişah"lık vehmeden bir kişiye yakıştığını düşünüyorlar.
"Atatürk"lük ona hiç uymuyor ama Erdoğan’ın "ben merkezli" kişiliği ve yönettiği ülkeyi kendi malı gibi algıladığını ortaya koyan "benim valim, benim bakanım" türü beyanları da o kanıyı destekliyor.
Hani İngiltere’de kamusal olan her şey aslında "kraliyete" ait sayılır ya...
Nitekim İngiliz Hava Kuvvetleri’ne İngiltere’nin değil de kraliyetinmiş gibi "Royal Air Force" denir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde de her şey padişahın mülkü sayılmıyor muydu?
Ama "padişahlık" meselesini sadece Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi tek başına ve keyfinin istediği gibi yönetmesine bağlamak yetersiz olur. Çünkü bizzat Erdoğan’ın dediği gibi bu ülkede "padişah"lığa yakıştırılacak kişi bir tek kendisi değildir.
O özellikle Deniz Baykal’ın "padişah"laşmış olduğunu, çünkü bulunduğu konumu terk etmeye hiç yanaşmadığını söyledi, ama siyasi yaşamımıza bakınca Baykal dışında da hayli çok "padişah" görebiliyoruz.
Bunun sebebi de çok basit:
Konuştuğumuz anlamdaki padişahlık, ancak ve sadece parti içi demokrasi yoksa doğar.
Daha önce de bu sütunda çok yazdık. Türkiye’de "parti içi demokrasi" tek kelimeyle "yok"tur. Birkaç gün önce bir okuyucumuz da anımsattı:
Parti içi demokrasinin katili Turgut Özal’dır. Çünkü 1989 seçimlerine gidileceği zaman Özal, -maalesef muhalefetteki Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin de desteğiyle- bir yasa çıkarttı. Siyasi Partiler Yasası’nın "aday belirleme" yetkisini, parti örgütüne bırakan hükmünün uygulanmasını erteledi.
Böylece milletvekili adaylarını belirleme yetkisini ele geçiren parti genel merkezleri, bir daha onu asıl sahibine vermedi.
Neticede seçmenler "milletvekili" değil "lidervekili" seçmeye mecbur bırakıldı.
Her biri ötekinden büyük bir "demokrasi şampiyonu" geçinen parti liderlerinin hiçbiri, onları padişah konumuna getiren bu yetkiden vazgeçmediği için, halen ne kadar siyasi parti başkanımız varsa o kadar da padişahımız vardır.
En kötüsü parti örgütleri ezilmeye razı oldukları, milletvekilleri "kızarsa tekrar aday göstermez" korkusuyla liderlere boyun eğmeye katlandıkları sürece, bir çıkış yolu da yoktur.
Evet, son OsmanlıPadişahı aynen Baykal’ın dediği gibi bir İngiliz savaş gemisiyle kaçmıştır, ama yerinde halen birden çok padişah hüküm sürmektedir.