BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi, Ülker bisküvilerini İstanbul’da dağıttığı dönemdeki alışkanlıklarıyla yönetmekten vazgeçeceği günü görmek için galiba daha uzun süre bekleyeceğiz.
O zaman üstüne lazım olan olmayan her şeyi öğrenmek istemesine kimse karışmazdı.
Ama bir Başbakan’ın öğrenmeye teşebbüs dahi edemeyeceği şeyler vardır.
Önceki akşam ATV isimli televizyon kanalında "Başbakan ile Başbaşa" isimli bir program yayınlanmış. Biz seyretmedik. Orada Gelir İdaresi Başkanlığı’nabağlı vergi inceleme elemanları tarafından Doğan Medya Holding’e kesilen 862 milyon TL tutarındaki (sonra kendiliğinden büyüyerek 914 milyon TL oldu) vergi cezası sorulmuş. O da;
(Yetkili elemanlar incelemeyi yaptıktan sonra) "Bize bu tür durum çıktığı haberi geldi. Tabii önümüze gelince de, burada çok ciddi bir rakam. Bunu, rakam tabii ortaya çıkınca da bana sordukları şey şu: Biz böyle bir durumla karşı karşıyayız. Seçime giderken akıllı bir siyasetçi güçlü bir medya grubunu karşısına alır mı, seçimden sonra alır (...)" demiş.
Biliyorsunuz bu Başbakan, saldırılarına seçim kampanyasından önce başladı, sonra çıktığı her seçim meydanı kürsüsünde "Doğan Medya Grubu’na kesilen vergi cezası"na değinerek, söylenmedik laf, etmedik hakaret bırakmadı.
Belli ki bir maksadı Doğan Medya Grubu’nubürokrasiye hedef göstermekti. İkincisi, bu cezanın "haksız" kesildiğini ve "yasalara aykırı" olduğunu ileri süren grubun açtığı davalara bakacak yargıyı etkilemekti.
Yeri gelmişken söyleyelim... Bunun adı tek kelimeyle "zulüm"dür.
Başbakan bu "zulüm" politikasıyla belli ki bizlerin gözünü korkutacağını, kalemlerimizi susturacağını sanıyor.
Daha önce de yazdık. Tayyip Erdoğan’ın -kendi üslubuyla söyleyelim- feriştahının susturamadığı insanlara bu tür tehditler ve baskılar, sinek vızıltısı gelir.
Çünkü biz zulmün değil, hakkın ve haklının zaferine inanırız.
Merhum Nihat Erim’in 1954 Ocak ayında yaptığı bir konuşma sırasındasöylediği gibi, "Sesimizin çıktığı yerde hançeremizin gücünün yettiği kadar, sesimizin kısıldığı yerde kaşımızla, gözümüzle kendimizi yine ifade eder, bu ülke için yanlış gördüklerimizi yine insanlara iletiriz".
Ama konu eğer o değil de vergi inceleme elamanlarının iddiasına göre "vergi kaçırma" gibi bir olay söz konusu ise...
"Hukuk" kavramından zerre kadar anlayan -hukuk devleti diye bir kavramı, ömründe sadece bir kere duymuş olan- bir Başbakan, kendisini hiç ilgilendirmeyen bir "vergi cezasının" kendisine getirilmesini ve "Bunu uygulayalım mı?" diye sorulmasını normal sayabilir mi?
Soranlara, "Bir hukuk devletinde, bir vergi yükümlüsüne kesilen cezanın uygulamaya konulmasının Başbakan’a sorulması düşünülebilir mi? Ben padişah mıyım? Benim kendisine sorulmadan adım atılmasına izin vermeyen bir despot olduğumu mu sanıyorsunuz da bunu yapıyorsunuz?" demesi gerekmez mi?
Başbakan Tayyip Erdoğan’a Tansu Çiller’in, bir ihale için verilen teklifleri görmek istemesi yüzünden Yüce Divan’a gitmekten kıl payıyla kurtulduğunu; "Türk Ticaret Bankası’nın satılması" aşamasında, hiç gerekmediği halde, dosyanın o tarihteki Başbakan Mesut Yılmaz’ın önüne gelmesi yüzünden, üstelik AKP’lilerin oyu ile Yüce Divan’a gittiğini kimse anımsatmıyor mu?