CUMHURBAŞKANLIĞI seçiminde 2 Mayıs 2007 yani Anayasa Mahkemesi’nin "en az 367 milletvekili olmadıkça Genel Kurul açılamaz" dediği tarihte kesilen süreç tam 110 gün sonra tekrar başladı.
Bu defa Genel Kurul tartışmasız bir şekilde 367’den fazla milletvekiliyle açıldı. Seçimin şanslı adayı da aynı idi.
Ne var ki siyasi tablo değişmiş, bir önceki dönemde direnen ana muhalefet partisi daha zayıf düşmüştü.
Gerçi CHP’nin yeni cumhurbaşkanının "uzlaşılarak" seçilmesi konusundaki haklı isteği karşılanmadı. Dahası, 22 Temmuz’dan önceki konuşmalarında "yeni cumhurbaşkanını uzlaşarak seçme" sözü veren Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Tayyip Erdoğan, seçimden kendi beklentisini de aşan bir güçle çıkınca o sözünü unuttu.
Böylece siyasi geleneklerimizi geliştirip olgunlaştırma konusunda Sayın Tayyip Erdoğan’dan fazla bir şey beklememek gerektiği bir kere daha ortaya çıktı.
Ama geride kalan aylar boyunca yaşadıklarımızdan sonra, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesine kesin olarak bakacağımız noktaya geldik.
Nitekim dünkü TBMM Genel Kurulu’nda kullanılan 448 oyun 341’inin Abdullah Gül’e verilmiş olması, yukarıdaki beklentinin tartışılmazlığını ortaya koymaktaydı.
O nedenle artık formalitelerin tamamlanmasını beklemeden konuşabiliriz:
Abdullah Gül, cumhurbaşkanı sıfatını taşımaya başladığı andan itibaren kendisini 70 milyon üyeli bir orkestranın şefi konumunda görecektir. Bu orkestranın iyi icralarla büyük eserler ortaya koyabilmesi, yeni Şef Abdullah Gül’ün hem önündeki notaları (anayasayı, yasaları) iyi okumasına hem de orkestranın tüm enstrümanlarını zamanında devreye sokabilmesine bağlıdır.
Eğer orkestranın sadece birkaç üyesi ile sonuç almaya kalkarsa, korkarız ki iyi bir icra bir performans, vahim bir curcuna doğar.
Anayasal açıdan sorumlu olmasa da böyle bir tablonun tarih karşısındaki sorumlusu Cumhurbaşkanı olur.
Özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ortamda Gül’ün taşıyacağı hem sorumluluk çok büyüktür, hem de işi çok zordur. Çünkü orkestranın 70 milyonu bulan üyelerinin çoğunluğu, onun önündeki eserleri bilip bilmediğinden, henüz emin değildir. Biliyorum dediklerini özümseyip özümsemediği meçhuldür. Daha da önemlisi, icraya sıra gelince Mozart yahut Beethoven’ın eserleri yerine Hacı Arif Bey veya Itri’den çalınmasını isteyip istemeyeceğinden emin değildir.
Sembollerle ifade etmeye çalıştığımız husus, aslında modern Türk Cumhuriyeti’nin 84 senelik doğrultusu ile yeni Cumhurbaşkanı’nın kimliği bir noktada çatışacak mı kuşkusunu dile getirmektedir.
Abdullah Gül’ün siyasi kimliğinde ve geçmişinde uzlaşmacı bir anlayışın izleri bulunabilir. Ama kritik sorunlarla karşılaştığı zaman ne kadar dirayet gösterebileceğine ve iyi bir liderden beklenecek performansı ortaya koyup koyamayacağına ilişkin iyi bir örnek bizim hafızamızda yoktur.
Lakin bazen beklediğimizden iyisini, bazen de çok kötüsünü görmek sürpriz olmamalıdır.