ANKARA’dan gelen haberler, iktidar partisinin nihayet "önce bağırıp çağıralım, sonra düşünürüz" demekten vazgeçip bir "durum değerlendirme" dönemine girdiği izlenimini veriyor.
Gerçi hangi habere güveneceğimizi kestiremiyoruz ama yine de anlaşılan o ki, "MHP ile el ele verip Anayasa’nın siyasi partileri kapatma ile ilgili hükümlerini değiştirme" düşüncesi -MHP’nin ayılması sonucu- heyecanını kaybetmiş görünüyor.
Ama yine de bu tavsama döneminde üzerinde tartışılan öneriler üzerinde durmak niyetindeyiz.
Bir öneriye göre, "Avrupa Konseyi, Venedik kriterlerinin Anayasa’ya taşınması ve teröre bulaşma dışında siyasi partilerin kapatılmaması" düşünülüyormuş.
İyi de, Venedik kriterlerini koyanların anayasalarında tüm sistemin temeli olan "laiklik ilkesi" gibi, korumak zorunda oldukları herhangi bir ilke var mı?
Yok!
O zaman biz de "değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen" bu değerleri sahipsiz mi bırakacağız?
Harika bir fikir! Tam da "demokratikleşme" ayağında AKP’nin üstüne atlayacağı kadar güzel.
İkincisi... "Bir partinin kapatılmayı gerektirecek eylemlerin odağı olup olmadığını belirlemek için, o parti üyelerinin eylemleri hakkında kesin hüküm haline gelen mahkeme kararları" aranacakmış.
Peki ama, Türkiye’de yargıya intikal eden bir eylemin kesinleşmiş mahkeme hükmüne bağlanması kaç sene alır? En az üç, ortalama 5 yıl değil mi?
Bir kişinin eylemiyle hiçbir partiye "odak oldunuz" denemeyeceğine hiç değilse 10 eylemin kesin hükme bağlanması en az 10 sene alır.
O tarihe kadar da atı alan Üsküdar’ı bulur. Ortadane Anayasal düzen ne de temel değer kalır.
Hele "Başsavcı önce ilgili partiyi uyarsın, sonra dava açsın" denmiyor mu? Gülmemek mümkün değil!
AKP’liler haklarında "kapatma" davası açılmadan önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nınüstelik kamuoyu önünde yaptığı 2 uyarıyı şaka mı zannetmişler?
Not: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) "Tanıtım ve Medya Başkanlığı" dün bir açıklama yaparak "Bazı gazetelerde önceki gün yapılan AKP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına ilişkin baştan sona uydurma diyaloglar, asla cereyan etmemiş olan konuşmalar, hayali senaryolar eşliğinde manşetler" yer aldığını bildirdi. Bu bağlamda bizim de aynı gün yapılan AKP Meclis Grup toplantısının basına kapalı bölümünde Başbakan Erdoğan’ın söylediği ilgili muhabirimiz tarafından bildirilen habere atfen yaptığımız yorumun "hangi etik değerlerle bağdaştırılabileceği" sorgulandı.
Biz gazeteciliği profesyonel standartlara göre yaparız. Bunun gereği, haberi veren muhabirin sadece "gerçeği" yazacağını peşinen kabul etmektir. O nedenle haberinden "alıntı" yapılan muhabire haberinin doğru olup olmadığını sormak, hem ona hem de mesleğimize saygısızlıktır. Sonuç olarak, bir haberin yalan olduğunu ileri süren onu, haberinin gerçek olduğunu savunan muhabir de "gerçeği yazdığını" ispatla yükümlüdür. Etik sorumluluk yorum yapana değil onlara aittir.