DOĞRUSU çoğunu kamuoyunun hiç tanımadığı, kime hangi nedenle yararları dokunduğunu bilemediğimiz -elbet bir kısmını tanıdığımız ve hak ettiğine inandığımız- 5 dernek ve vakıf ile 70 kişiye geçen gün “TBMM Üstün Hizmet Ödülü” verilmeseydi aklımıza “Nedir bu işin kıstası?” sorusu belki gelmeyecekti.
Listeyi gördünüzse çok muhtemelen aynı şeyi siz de düşünmüşsünüzdür.
Nitekim kim olduğunu bilemediği insanlara ödül dağıtmak TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in de içine sinmemiş olmalı ki, -öyle ya, ödül alanlar içinde “milletvekili babası” olmak dışında hangi üstün hizmetleriyle ödüle layık görüldükleri anlaşılamayan iki de isim var- “Konuyu yeni kurallara bağlamak üzere çalışılacağını” söylemiş.
İyi eder...
Çünkü biz toplum olarak “ödül özürlü”yüzdür.
Ödüllendirilmeye değer evlatlarımızı, işyerimizde olsun, muhitimizde olsun, mümkünse görmemeyi, elimizden gelirse de engellemeyi biliriz. Dikkat ediniz özellikle Batı ülkelerinde çalışan, oralarda akademik başarılarıyla dikkati çeken insanlarımız arasında, “Kendi ülkeme hizmet edeyim” diyerek gelip de pişman olmamışların sayısı iki elin parmaklarını geçmez.
Çünkü ülkemizde “cezasız kalan başarı” hemen hemen yoktur.
Ama ödüllendirmeye gelince her törende, kalabalıkça denecek her yemekte birilerine “plaket” vermek için yarışırız.
Ve bunun ciddi bir tarafı -ağırlığı- olmadığını herkes bilir. Bir başka deyişle birbirimizi enayi yerine koya koya, bu tuhaf -ve ilkel- âdeti sürdürür gideriz. Sadece plaket değil... Kendi üstüne vazife olup olmadığına bakmadan, tutar bilmem ne lisesi veya üniversitesi öğrencileri, “en iyi sanatçı” yahut “en iyi gazete” ödülleri dağıtırlar.
Kimse de sormaz, “İyi de size ne?” diye.
Zaten “ödüllendirilen” de çoğu kez koşa koşa gider ödül almaya...
İyi anımsarız, bir tarihte -daha doğrusu 1981 yılında- merhum bir meslektaşımız, başında bulunduğu Gazeteciler Cemiyeti adına 100 küsur ödül dağıtmaya kalkınca, 11 isim, bu maskaralığa alet olmamak için ödül almayı reddetmişti.
Aynı şeyin “Kültür Bakanlığı’nın tavsiyesi, Cumhurbaşkanı’nın onayı” ile verilen “Devlet Sanatçısı” unvanı nedeniyle 1998 yılında da yaşandığını anımsarsınız. Cumhurbaşkanı çoğu insanı isyan ettiren tam 89 ismi “Devlet Sanatçısı” ilan edince, aralarında Sezen Aksu, Selim İleri, Fikret Otyam, Nilüfer, Gazanfer Özcan ve Müşfik Kenter’in bulunduğu isimler “Bu unvanı almayı reddediyoruz” demişlerdi.
Hoş daha sonra Danıştay o listeyi tümüyle iptal etti.
Eee... Biz, ülkemizin en önemli ödülü diyebileceğimiz “Atatürk Barış Ödülü” nedeniyle de önce kendisine haber verip onayını almamız gerektiğini bilmediğimiz için 1992 yılında Mandela’nın “ret” yanıtıyla karşılaşmıştık.
Ne yaparsınız ki “ödül”ler, ancak onu veren kadar “ciddi” ve “saygın” oluyor.