GAZETELERİ izleyen okuyucular bilir. Milliyet yazarı Taha Akyol "laik rejim tehlikede" diyenlere katılmayanlardandır. Son olarak 7 Mart günü, aynı tezi savundu. Lafı döndürüp dolaştırıp özetle, "Fransa’da da Katolik kilisesi ile laikler çatışıyordu ama onlar bunu aştılar. Çünkü (onun deyişiyle) laikçiler eski düşmana (Katoliklere) özgürlüğünü vermeleriyle... Yani laikçiliğin demokratik laikliğe dönüşerek Katoliklerin özgürlüğünü tanımasıyla..." diyordu.
Maksat açık... Akyol demek istiyor ki: "Türban yasağıyla siz (laikçiler dediği kesim) bir kısım genç kızların özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz. Öyle yapmayıp üniversitelerde (yarın kamu kurumlarında ve üniversite öncesi okullarda da diyeceğini biz şimdiden ilan edelim) türbanın serbest bırakılmasına ses çıkarmazsanız, mesele çözülecek."
Problemin sevgili Akyol’un dediği gibi olmadığını anlatabilmek için 11Mart tarihli yazımızda:
"İslamiyet ona inananların sadece ’inanç’ dünyasını düzenlemekle kalmaz, ’devleti de ben yöneteceğim’ der. Ona ’devleti yönetmenin onun işi olmadığını’kabul ettiremediğiniz sürece İslamiyet adına konuşanların ’laik sistemi yıkmaya’ çalışacaklarını bilmeniz gerekir" demek zorunda kaldık.
Bu saptamamızın sonucu olarak da Fransa’dan dem vuran Taha Akyol’a ve fikirdaşlarına, "örnek verdikleri ülkelerde kilisenin, din devleti kurma iddiasında olup olmadığı sorusunu yanıtlamalarını beklediğimizi" söylemiştik.
TahaAkyol dünkü makalesini bu soruya ayırmış. Mutat üzere kendisinden farklı düşünenleri -bu arada sadece bizi değil, Anayasa Mahkemesi’ni de- "yüzeysel"likle damgalamış.
Biz de Sayın Akyol’un "derinlikli" değerlendirmesini dikkatle okuduk. Okuduk da, eğer son yazısında dediği gibi "Fransa’da din ve laikliğin özgürlükte uzlaşmasını sağlayan husus, Devrim kanunlarının sopasından ziyade, başta tren yolları (ulaştırma) ve şehirleşme olmak üzere toplum yapısının değişmesi" idiyse, bir önceki yazısındaki "Katolik kilisesi ile laikler çatışıyordu"; ama sorun "laikçiler(in) eski düşmana özgürlüğünü vermeleriyle (çözüldü)", cümleleri tarihi gerçeklere aykırı mıydı, onu anlayamadık.
Bir de itiraf edelim, sevgili Akyol’un hangi nedenle "confessional state" kavramından söz ettiğini açıklayamadık. O kavram bizim bildiğimiz özellikle 20’nci asır öncesinin "belli bir dini benimseyen devletleri" için kullanılır. Bize göre bugünkü Yunanistan teknik olarak "confessional state"tir. Çünkü "Ortodoksluk" devletin de dinidir. Bu kadar.
Galiba Sayın Akyol biraz yazıyı uzatırım, araya gereksiz laf ve bilgi sokuşturur, bir de:
"Türkiye’de geniş dindar kitle demokrasiyi ve özgürlükçü laiklik ilkesini benimsemiştir. Hatta, ’Görünürlüğü’ artan dinselleşme, özünde sekülerleşiyor bile! Şeriat devleti isteyenler hem oran hem de statü bakımından (hangi statüden söz ediyor Akyol?) çok marjinalleşmişlerdir’ diyerek iman tazeler, soruyu geçiştiririm diye düşünmüş. Oysa soru açık ve hálá cevap bekliyor.
"Avrupa’da kilisenin devleti yönetmek için kavga verdiğini söyleyebiliyor musunuz?"