TÜRKİYE’nin gündemi kaç gündür Başkan Barack Obama ile doluydu. Doğrusu o da hakkını verdi: Başkanlık döneminin başında Müslüman çoğunluklu ülke olarak önce Türkiye’ye gelmesi zaten gönüllerde bir "iyi kabul" kapısı açmıştı. Geldikten sonra söyledikleriyle de geniş bir sempati halesi yaratmayı başardı.
Belki "George W.Bush’un yıktığını onarmakta başarılı oldu" demek daha doğru olur.
"Obama, Türkiye’ye neden geldi?" sorusu bugünlerde çok duyuluyor.
Haklı bir soru... Çünkü uluslararası ilişkilerde "hatır" yahut "sempati" değil, "çıkar" rol oynar.
Kimse için sır değil. Obama Türkiye’nin, Afganistan’da Taliban güçlerine karşı savaşan NATO gücüne o bölgeye daha fazla asker göndererek katkıda bulunmasını istiyor.
Bu ayın 24’ünde yayınlamak zorunda olduğu "1915 olayları" konulu mesajda "Türkler, Ermenilere karşı soykırım uygulamıştır" dememek için Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin hızla iyileşmesini teşvik ediyor.
Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bu bölgesiyle ilgili her meselede kilit rolü oynayabilecek konumda bir ülke olan Türkiye’yi ABD ile daha yoğun işbirliği içine sokmanın önemini biliyor.
"Neden Türkiye’ye?" sorusunu yanıtlamaya bunlar bile yetiyor. Ancak sebep ne olursa olsun Obama’nın hem Türk kamuoyuna hem de tüm İslam dünyasına sıcak mesajlar verdiği inkár edilemez.
"Amerika Birleşik Devletleri bugüne kadar İslamiyet’le hiç savaşmadı. Bugün de savaşmıyor, hiçbir zaman da savaşmayacak" sözleri ise "Ya bizdensiniz yahut karşımızdasınız" diyen George Bush’la siyah-beyaz kadar farklı olduğunun göstergesiydi.
Büyük Atatürk konusundaki değerlendirmeleri ise, sırf o nedenle Türkiye’ye gelmesine değecek kadar önemliydi.
Daha da güzeli, Atatürk hakkında söyledikleri Obama’nın onu okumuş, felsefesini hazmetmiş bir aydın kişiliğine sahip olduğu izlenimini vermesiydi. Nitekim Atatürk’ün büyüklüğünü:
"Kendisi tarihin şeklini değiştiren bir liderdir. Ama Atatürk’ün yaşamına ait en büyük anıt, hiçbir şekilde taştan ya da mermerden inşa edilemez. Kendisinin bıraktığı en büyük miras, Türkiye’nin canlı, laik demokrasisidir. Ve bu Meclis de bunun devamını sağlamaktadır bugün.
Tabii ki bugünlere kolay ulaşılmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Türkiye rahatlıkla yabancı güçlere teslim olabilirdi. Bunun yanı sıra, bir imparatorluğu devam ettirmeyi de tercih edebilirdi. Ama Türkiye, farklı bir gelecek benimsedi. Kendisini yabancı kontrolden uzaklaştırdı, bir Cumhuriyet kurdu. Bu Cumhuriyet, hem ABD’nin hem de diğer dünya ülkelerinin saygısını kazandı. Tabii ki bu öykünün ardında basit bir gerçek var; Türkiye’nin demokrasisi, sizin kendi başarınızdır. Bu, size hiçbir şekilde bir dış güç tarafından diretilmedi. Türkiye, hem geçmişinin başarılarından güç aldı hem de her nesil Türklerin çabalarıyla güçlendi, ileriye doğru yol aldı" diyerek anlattı.
Bunlar bir yabancı devlet adamından beklenecek nezaket cümleleri değil. Bunu ancak Atatürk’ü anlayan söyleyebilir. Ama Atatürk’ü okuyunca "Ben ondan büyüğüm" diyenler tarafından değil elbet.