Neye niyet, neye kısmet...

DOĞAN Hızlan dostumuz, san'ata olduğu kadar kendi huzuruna ve keyfine de düşkündür. Kısaca çok seçicidir. Hele ‘‘eğlence’’ söz konusuysa hatta ‘‘kaprisli’’ olduğunu söylemek gerekir.

Hızlan geçen gün sütununda ‘‘zorunlu eğlence’’ konusuna değindi.

Mutat zarafeti içinde ‘‘Eğlencenin adabını bilirim, uygulamasını bilmem’’ diyordu ama asıl anlatmak istediği ‘‘eğlenmeye zorlandığı’’ ortamların, kendisi için ne kadar çekilmez olduğunu duyurmaktı.

Pek çoğumuzun yılbaşı akşamı yaşadıklarımız gibi.

Siz bu satırları okuduğunuz dakikada yılbaşı akşamı bir şekilde geride kalmış olacak. Yani dün gece çok eğlenmiş de olabilirsiniz, ‘‘ne berbat bir akşamdı’’ demek zorunda kaldığınızı da itiraf edebilirsiniz.

Ama kabul edin ki pek çoğumuz yılbaşı akşamını kendi tercihlerimize göre yaşıyoruz. Üstelik o geceyi ‘‘unutulmaz’’ kılacak hazırlıkları ve dikkati de çoğu kez ihmal etmiyoruz.

Bu sütunu siz ‘‘bürokrat kıyafetli’’ görmeye alışkın olmalısınız. İzin verin de size işte öyle ‘‘unutulmaz’’ bir yılbaşı gecesini nasıl geçirdiğimizi anlatmak için bir an o elbise, beyaz gömlek ve koyu kravattan sıyrılalım:

Aslında bir dostumla 1990'lı yıllarda aramızda geçen, ‘‘Eğer 2000 yılını da görürsek, o yılbaşı gecesi birlikle olalım’’ lafı her şeyi değiştirdi.

Ben bu konuşmayı unutmadım. Üçüncü Millenium'a yani 2000 yılına gireceğimiz akşamı uzun süre bekledim. Çünkü unutulmaz bir gece yaşamak için her şeyi önceden planlamaya kararlıydım.

Bir ABD yolculuğunda tanınmış gazeteci Terry Anderson bana ve yanımızdaki birkaç kişiye New York'taki Rockhofeller Center'in 65'inci katında bulunan Rainbow Room isimli restoranı gösterince ‘‘2000 yılına girilecek yeri’’ bulduğumu düşündüm. New York ayaklar altındaydı.

‘‘Gösterdi’’ diyorum, çünkü restoran ‘‘yenilenme’’ nedeniyle kapalıydı.

Ve 1999 yılının ilk aylarında, New York'taki bir yakınımdan bana 31 Aralık akşamı için Rainbow Room'da 4 kişilik yer ayırtmasını rica ettim.

Önce ihmal etti. Sonra ‘‘maalesef’’ diye bir yanıt geldi.

Tam unutup yılbaşını ‘‘mutat üzere evde’’ geçirmeye karar vermişken, şeytan başka yerden dürttü:

Oğlum, gelinim Londra'da olduklarına göre neden Londra'ya gidip yeni yılı orada ve onlarla karşılamayalım, dedik.

Aksilik bu ya... Londra'ya gittikten bir ya da iki gün sonra gribe yakalandım. Ancak ‘‘aile-maile’’ derken 8-10 kişiyi bulmuştuk.

Drury Lane'de, Kıbrıslı bir Türk'ün işlettiği Sarastro isimli ilginç bir restoranda buluştuk. Ancak grip yüzünden 39-40 dereceye yükselen ateşim her şeyi berbat etmeye yetiyordu. Buna rağmen planımıza göre saat 23.00'te restorandan çıkarsak bir binyılın bittiği, yenisinin başladığı saniyelerde tüm Londra semalarını ışıklandıran gösterileri kendi çocuğumuzun evinde, şampanya patlatarak karşılayabilirdik.

Lakin hesap tutmadı...

Aslında restorandan çıktığımız zaman zaten saat 23.00'ü geçmişti. Gerçi benim ateşim 39 dayanılır gibi değildi ama yeni bir binyıla girmenin keyfi hatırına herkes gibi neşeli görünmeye çalışıyordum.

Tam çıkarken restoran sahibi yanımıza geldi. Bayağı ‘‘çakırkeyf’’ idi. Pek çok iltifat arasına küçük birkaç ricayı sıkıştırdı. Örneğin, çok yakın bir yerde ofisi vardı, onu göstermek istiyordu. Sadece o değil başka birkaç yeri daha varmış. ‘‘Onları da görmelisiniz’’ dedi. ‘‘Vakit’’ dedik. ‘‘Başka yerde olmak zorundayız’’ dedik, anlatamadık. Derken ancak saat 23.30'da canımızı bir ‘‘tube’’ (metro) istasyonuna attık.

Tren geldi. Bindik... Vagonda iki zenci ve birkaç sarhoş beyaz vardı. Tabii bir de biz; yani ben, eşim, oğlum, gelinim ve onun annesiyle babası...

Saat tam 24.00'ü gösterdiği dakikada saatine bakan biri, yerin 30 belki de 40 metre altındaki trende herkese ‘‘yeni binyıla girdiğimizi’’ müjdeledi.

Ve üçüncü binyıla, New York'taki Rainbow Room'da değil yerin 30-40 metre altında, birkaç sarhoşla birkaç zenci refakatinde girmiş olduk.
Yazarın Tüm Yazıları