İYİYDİ kötüydü, herkese göre değişen bir yıldı. Sonunda 2007 de geride kaldı. Şimdi sadece 2007’den değil, eski yıllardan da sürüp gelen sorunlarla yeni bir yılın başındayız.
Yeni yılın ilk günü istisnasız herkese iyi dilek sunarak söze başlamak istiyoruz.
Maksadımız giden yılın muhasebesini yapmak değil. Sadece şunu söyleyelim:
Bizim 2007’miz Hırant Dink’in öldürülmesiyle başladı, şehitlerimizle yüreğimizi dağladı. Erdal İnönü’yü elimizden alarak ağır bir darbe vurdu ve Benazir Butto’nun öldürülmesiyle bitti.
Araya elbet başka olaylar, örneğin Cumhurbaşkanlığı tartışması ile 22 Temmuz seçimi girdi. Bunlardan sevinen ve üzülen oldu. Ama kişisel olarak söyleyelim ki, 2007 ağzımızda buruk bir tad bıraktıktan sonra çekip gitti.
Dileriz 2008’in sonunu hep birlikte ve mutluluk şarkılarıyla getiririz.
Yeni yılın başında ekonomiydi, siyasetti, PKK’ydı, Irak’tı, Anayasaydı... Hiç birinden söz edecek değiliz. Yıllar yılları kovaladığı halde değişmeyen bazı gerçeklerimiz var. Onların sadece birine, "yargı ve biz" konusuna değineceğiz:
Bu ülkenin Anayasasında, devletimizin bir niteliğinin de "hukuk devleti" olduğu ve herkesin kanun önünde eşit olduğu yazılı değil mi?
Anayasamızın, "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların uygulanmasını geciktiremez" dediği bilinmiyor mu?
Oysa, başkalarını bırakın sadece Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bile uygulamadığı mahkeme kararları var. Örneğin Kızılay eski Genel Başkanı Dr.Ertan Gönen’in bu görevden Başbakanlığın tasarrufları sonucu ayrılmaya mecbur edilmesinin haksızlığı tüm yargı aşamalarından geçip kesinleşti, ama bu kararlar uygulanmadı.
Şimdi biri çıkıp açıklayabilir mi? Mahkeme kararını Başbakana uygulattırmanın yolu nedir?
Veya Anayasanın yukarıda saydığımız hükümleri Başbakan söz konusu olunca geçersiz midir?
Sadece Başbakan değil, öteki kamu kurumlarında ve özellikle Milli Eğitim Bakanlığında da yargı kararlarını savsaklamak veya yok saymak maalesef bugün yaygın bir uygulamadır.
Daha da vahimini söyleyelim mi?
Yargı kararlarını keyfi olarak yok sayan yetkililer yanında bir de bazı yargı mensuplarının yasa hükümlerini keyfi şekilde yorumlamaları ve uygulamaları gerçeğini yaşıyoruz. Bu yüzden basına yansıyan keyfi "tukuklama" örneklerini hepimiz anımsarız.
En masum eleştiri yazısını "yargıca hakaret" sayan Yargıtay kararlarını da...
O nedenle "yargıda reform" fikrine bağladığımız umutlarla kendimizi aldatıp aldatmadığımızı zaman zaman soruyoruz.