DAHA hukukun “belge” diyemediği bir “saçmalama” örneğini peşinen “belge” gibi kabul edip, “Halkın iradesine karşı plan yapmaktan ne usanıyorlar, ne utanıyorlar” diye nutuk atan Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar’dan söz ettik de, ona takdirlerini, tebriklerini sunan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a değinmedik.
Önce şu Vali Bey kısmını tamamlayalım:
Muhterem 1982 Anayasası’ndan söz ederken, bu Anayasa’nın "Halkın iradesini pek fazla önemsemeden, oligarşik bürokrasinin vesayetinde sınır bir demokrasi öngördüğünü" söylemiş.
Kanımızca bu değerlendirmesi bir dereceye kadar hálá doğrudur. Gerçekten "iyileştirme" amaçlı değişikliklere rağmen gelişmiş bir parlamenter demokrasi ile bağdaşması zor kurallar, bu Anayasa’da hálá vardır. Yeri gelirse onlara tekrar döneriz. Ama Vali Bey’in "demokrasi" ile ilgili derdi başka. O "demokrasiyi neden sınırlı bulduğunu" bir sonraki cümlesinde söylüyor:
"(Bu Anayasa’nın) Temel felsefesi, kurulması hayal edilen, istenilen rejime sadık siyasi partilerin, halkın çoğunluk oyunu alıp iktidara gelemeyeceği varsayımı üzerine kuruludur."
Muhterem lafı dolandırıp hem maksadını söylemiş olmayı hem de söylememiş gibi sıyrılmayı amaçladığı için cümleyi öyle kurmuş ama demek istediği açık:
"Bu Anayasa, iktidara gelen her siyasi partinin, Atatürk devrimlerine bağlı olmasını istemektedir. Peki ama halkın iradesiyle iktidara gelen parti eğer o devrimlere karşı ise, yine de kendini Anayasa ile bağlı hissetmeye mecbur mu olacaktır?"
İşte "zurnanın zırt dediği" yani bugünkü iktidar mensuplarından birçoğunun düşünüp yutkunup da kelimelere dökemediği söz budur.
O sorunun yanıtını biz verelim:
"Evet... Bu Anayasa yürürlükte olduğu sürece, her siyasi iktidar -gönlü istese de istemese de- Atatürk devrimlerine dayalı bir demokratik rejimle bu ülkeyi yönetmeye mecburdur. Nokta!"
Çünkü her anayasal rejimin böyle bir durumda kendini koruma hakkı vardır.
Gerçi biz "nokta" diyoruz ama Vali Bey’in konuşmasını pek beğenen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Devlet Bakanı Egemen Bağış’a göre durum öyle değil.
Dahası, bu "beğeni" onların da Vali Bey gibi düşündüklerini ortaya koymaktadır.
O zaman özellikle Bülent Arınç’a sormak gereği ortaya çıkıyor:
"Siz bir ’hukuk adamı’sınız. Bir bürokratın (namuslu bir adamsa, bu devletin temel felsefesine bağlı olacağına dair namus yeminini tutması gereken bir valinin) sizin gözünüz önünde yaptığı ve kulaklarınızla duyduğunuz bu siyasi konuşmayı nasıl kutlarsınız?"
Daha da önemlisi... "Siz de Vali Bey gibi, Anayasa’nın temel felsefesine aykırı amaçlar güden bir siyasi partinin iktidara gelmesi halinde Anayasa’yı hiçe saymasını, onun meşru hakkı olarak görüyor müsünüz?"
Gördüğünüz gibi burada artık "Bir bürokrat siyasi bir konuşma yapabilir mi yapamaz mı?" sorusu önemini kaybetmektedir.
Burada, şimdi Çalışma Bakanı olan Ömer Dinçer’in özlediği İslam devletini kurmaya sıra gelince bu Anayasa ile ne yapmamız gerekir sorusuna yanıt aranmaktadır.