SİZ, yasalara ve yargı kararlarına uymadığı için hapis üstüne hapis cezası almış bir Müsteşarı görevde tutmakta ısrar eden bir siyasi iktidar gördünüz mü? Onu görevde tutan iradenin "hak"tan, "hukuk"tan ve "adalet"ten yana olduğunu iddia edebilir misiniz?
Kimden söz ettiğimizi merak ediyorsanız Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı’nın durumunu inceleyiniz.
Siz bir konuda Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararlar ve ona dayanarak yapılmış tüm tasarruflar yargı tarafından iptal edildiği halde, bu kararları hiç tanımayan ve uygulamayan bir iktidarın "keyfi yönetim"den değil de "hukuk devleti"nden yana olduğunu söyleyebilir misiniz?Kimden söz ettiğimizi merak ediyorsanız, 9 Ocak 2004 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla görevden alınan Kızılay Genel Başkanı Dr. Ertan Gönen’in ve Yönetim Kurulu’nun mücadelesini öğreniniz.
Sadece Kızılay’daki değil 31 Mayıs 2003 tarihinde görevden alınan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Namık Kemal Pak’ın kağıt üzerinde kazandığı hukuk kavgasını soruşturunuz.
Daha başka sayısız olayda da yargıyı bu iktidar hiçe saymıştır.
O nedenle diyoruz ki bu iktidar ne bağımsız mahkemeye tahammül eder, ne de hukukun ve adaletin egemen olduğu bir Türkiye ister.
Nitekim dün bir parça değindiğimiz "Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçme" meselesi de aynı zihniyetin yansımasıdır.
Dünkü yazımızı okumamış olanlar için özetleyelim:
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, Yargıtay’da boşalan 23 üyenin yerine "iki ay" içinde yenilerinin seçilmesi zorunlu olduğu halde, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) bu seçimi yapmasını engellemektedir. Çünkü yasaya göre "bağımsız" olan kurul öylesine bağımsızdır (!) ki, kendi gündemini bile kendisi belirleyememektedir. Bakanlık da "Kurulun işleri Adalet Bakanlığı’nca yürütülür" şeklindeki hükmü bahane edip "gündemi" kendi istediği gibi belirlemektedir. Neyse ki HSYK, son toplantısında bir karar verdi. Bu ayın 20’sinde yapılacak toplantıda "seçim yapmayı" kararlaştırdı.
Lakin mesele bitmedi. Çünkü yıllardır yapılan "HSYK’da Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarı’nın ne işi var?" türü itirazlara rağmen bildiğiniz gibi bu iktidar "bağımsız yargı"dan korktuğu için bu eleştirileri duymazdan geldi.
Nitekim HSYK’da 3’ü Yargıtay, 2’si Danıştay üyeliğinden gelen, hepsi de sonuçta Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş 5 üye var. Bunlardan ayrı olarak "Başkan" sıfatıyla Adalet Bakanı ve "Tabii Üye" sıfatıyla da Bakanlık Müsteşarı HSYK’da yer alıyorlar.
Gerçi Bakan toplantıya katılmazsa onu Yargıtay’dan gelmiş bir "yedek üye"nin temsil etmesi mümkün ama, eğer Müsteşar (veya vekili)katılmazsa, onu "yedek üye" ile temsil etme olanağı yok. Oysa HSYK’nın "bağımsız" olmasını engellemek için kuruluş yasasına Anayasa’ya aykırı bir hüküm konmuş. "HSYK (...) üye tamsayısı ile toplanır" denmiş. O yüzden eğer Müsteşar (veya vekili)toplantıya katılmazsa, Kurul karar alamıyor. Çünkü toplanamamış oluyor.
Şimdi işte 20 Mart gününü tüm ilgililer AKP’nin adaletle sınavını görmek için bu yüzden merakla bekliyor.