BİZİM siyasiler yabancı bir gazeteci görünce bülbül kesiliyorlar. O zaman ne fren biliyorlar ne de ölçü.
Son olarak Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk de Der Spiegel Dergisi’ne, "Şiddete başvuran tek PKK değil" demiş.
"Türk devleti de bunu yapıyor"muş.
Baştan Ahmet Türk’e bir soru yöneltelim de, söze sonra devam edelim:
Sayın Türk, siz silahlı kalkışma içinde bulunan hangi örgüt biliyorsunuz ki orada devlet, eylemcilere karşı silah kullanmasın?
DTP Genel Başkanı’nında, parti üyelerinin ve yandaşlarının da bilmesi gereken basit bir gerçek var:
PKK, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına karşı suç işleyen bir örgüttür. Suç işleyen örgütü gereken önlemle -eğer silah gerekiyorsa onunla- yola getirmek devletin görevidir. Bu görevi yapan devlete "şiddet kullanıyor" denmez. Yasaların emrini yerine getiriyor denir. Devlet eğer o görevi yerine getirmezse, işte o takdirde eleştirilir.
Türk ve arkadaşları, görüntüyü tersine çevirip sanki PKK sulh ve sükûn örgütü imiş de ona karşı devletin güçleri gereksiz yere şiddet kullanıyormuş gibi göstermeye çalışmaktan artık vazgeçsinler. Çünkü gerçeğin tam tersini savunmak artık komik bile olmuyor. Bu bir.
İkincisi, Ahmet Türk ve arkadaşları "şiddetten yana" değillerse, yıllardır binlerce masum sivili katleden PKK’nın (dikkat ediniz güvenlik güçlerine karşı işledikleri suçlardan söz etmiyoruz) bu eylemlerinin "yasadışı birer şiddet eylemi" olduğunu söylemekten niçin kaçınıyorlar?
Öyle sanıyoruz ki Ahmet Türk ve partisi artık yüzlerindeki maskeyi indirmek zorundadır:
Bir demeç verecek, "Türkiye’nin birliğini artık tartışmıyoruz" (22 Temmuz 2008 Hürriyet) diyeceksiniz, ardından partinin "DTP’nin Kürt Sorununa İlişkin Demokratik Çözüm Projesi" isimli resmi politika belgesinde, açıkça Türkiye’nin birliğini hedef alacak şekilde Türkiye’yi 20-25 "İdari Bölge"ye ayırmayı önereceksiniz. Bu bölgeleri ilk bakışta çok demokratik bir çözüm gibi görünen modelle, yani "Bölge Meclisleri" eliyle yönetecek, -federal sistemi benimsemiş devletlerde olduğu gibi- Dışişleri, Maliye, Savunma konuları dışında her şeyi, örneğin eğitimi ve bir ölçüde güvenlik ile adalet hizmetlerini dahi o bölge yönetimine bırakacaksınız.
Sonra, "Bu yapı federalizmi ya da etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmez" dediğiniz için biz de size inanacağız.
Sayın Türk’ün başında bulunduğu partinin niyeti o kadar bellidir ki, Anayasamız değiştirilir de idari yapı onların istediği şekle dönüşürse, ulusal kimliğimizden "Türk ulusu" diye söz etmeyecekmişiz. Biz hepimiz "Türkiye ulusu" olacakmışız.
Ahmet Türk ve arkadaşları "Türk" üst kimliğinden niye bu kadar rahatsız oluyorlar?
Sonra "Türkçe"nin "resmi dil" olmasını, sadece káğıtta kalacak formüllerle önermişler. Yani resmi dil orada kalsın ama biz her işlemi ve her işi başka dille yapalım demişler.
Keza insanlar artık "kendi (etnik) kimliği ile" siyaset yapmalıymış.
İyi de bu ülkeyi parçalamak için geride daha kaç adım kalıyor, bir de onu söyleseydiniz ya...