BİZ bu ülkede yüksek mahkemeler dışında kalan yargının "bağımsız olmadığını" çok söyledik ama hiçbir zaman "yurtdışında" bulunan veya "uluslararası" türden bir iradenin adalet cihazımızı yönlendirebileceğini kastetmemiştik.
"Ergenekon" soruşturması sayesinde yazıldı. Meğer o da varmış.
Oysa aynı kalem(ler) yargımızın bağımsızlığına toz kondurmuyorlar.
Bizim bildiğimiz "bağımsız" yargının temel özelliği, kendisi dışında ve üstünde hiçbir "irade"nin ona yön verememesi olduğuna göre bu "uluslararası irade" neyin nesidir?
Unutmayalım, bu yazar "gözaltına alınacak kişileri" önceden öğrendiğini de itiraf etti.
Keza, "Ergenekon soruşturmasının yürüyor olması, büyük endişelerle girdiğimiz yeni yılın, en önemli ve daha da önemlisi en umut verici olayı olmaya aday... Ne güzel..." dediğine göre hepimizin yüreği ferah olmalı. Demek önümüzde daha görecek çok şey var.
Zaten kendisi de o irade sayesinde Ergenekon sürecinin engellenemeyeceğini müjdeliyor.
İyi de... Tüm adalet sistemimize bundan daha ağır bir hakaret tasavvur edilebilir mi?
Ama son model "liberal"ler için anlaşılan bu olağan bir durum.
Demek ki 1950’li yıllardan bu yana geçen yaklaşık 60 sene zarfında "sabahları kapıyı sütçü yerine polisin çalması korkusu" yer ve anlam değiştirmiş.
Şimdi insanların evinin etrafında minibüsler dolusu polisin toplanmasının, erken saatte burnunuza uzatılan bir yazılı emir ardından memurların içeri dolmasının kimseyi ürkütecek bir tarafı olmamak gerekirmiş.
Oysa biz 1950’li yıllardan yani Demokrat Parti iktidarının "solcu" sayılan insanlara baskı uyguladığı -169 kişiyi bir günde toparlayıp hapse tıktığı- günlerden anımsarız:
Bu yazarın, o tarihte yardımcısı olarak birlikte çalıştığımız babası bir gün, "Ben yokken eve polis gelmiş. Eşim beni almaya geldiğini zannederek o kadar korkmuş ki sütü kesildi" demişti.
Bunu bize demekle kalmamış daha sonra pek çok yazısında ayrıca ifade etmişti.
Annesinden emdiği süt polis korkusu sonucu kesilen çocuk, romanlarıyla, yazarlığıyla ve iddiacı kişiliğiyle bilinen ağabeyi Ahmet Altan’dır.
Darbe tertipçileri arasında staj yapan, polis tarafından yakalanmamak için iki sene köşe bucak saklanan -bunları kendisi de yazdı- sonra da aşırı şekilde "libarel"leşen öteki yazar da son olayları aynı anlayışla değerlendiriyor:
Deniz Baykal’ın, son soruşturmalara ilişkin sözleri çok tehlikeliymiş. Örneğin Baykal’ın, bu olayları değerlendirirken "Cumhuriyet çok köklü bir nitelik değişimiyle karşı karşıyadır" demesi kendisini dehşete düşürecek kadar yanlışmış. Çünkü böylece Türkiye, Baykal tarafından "korkunç şekilde cepheleştiriliyor"muş.
O yazıya, "Yoksa ben başka bir ülkede mi yaşıyorum" diyerek başlayan bu yazarı, yeni bir pişmanlık ifade etme noktasına gelmeden önce uyarmak lazım. Türkiye’deki cepheleşmeyi "iktidara" değil de "muhalefete" mal etmek için gerçekten başka bir ülkede yaşıyor olmalısınız.