Paylaş
Öneri fikri biliyorsunuz Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hakkında "laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle açtığı "kapatma" istemli dava nedeniyle ortaya çıktı.
O zaman MHP’ye atfedilen düşünceye göre, Yargıtay Başsavcısı’nın yetkisini ondan alıp bir kurula devretmek söz konusuydu.
Bahçeli dünkü konuşmasında bundan söz etmedi, ama "belli bir eylemin odağı olma" ile ilgili koşulların değiştirilebileceğini söyledi.
Bu konu daha önce de tartışılmış ve Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında yani 2001’de Anayasa’nın 69’uncu maddesine "odak haline gelme" durumunun varsayılabilmesi için asgari koşullar sayılmıştı. Buna göre öncelikle "o eylemin, (söz konusu) siyasi partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmiş olması" gerekecekti. Keza "Bu durumun (Genel Merkez gibi, TBMM Meclis Grubu gibi üst düzeydeki) organlar tarafından açıkça veya zımnen (ses çıkarmayarak) benimsenip benimsenmediği" araştırılacaktı.
Öteki koşulları saymıyoruz.
Bahçeli şimdi "Öyle eylemler olsa bile bu yüzden partiyi cezalandıracağımıza o eylemi yapanı cezalandıralım" diyor.
Altını üstünü düşünmeyince insana hayli sempatik ve demokratik görünen bir düşünce bu.
Ama biraz yakından bakınca gerçek öyle görünmüyor. Çünkü Bahçeli’nin ifadesiyle "Bu fiillerin sorumluları hakkında cezai soruşturma ve yaptırım uygulanması, milletvekili dokunulmazlığının da buna göre yeniden düzenlenmesi" yeterli görünüyor ama değildir.
Somut örnek alalım:
Sayınız ki Milli Eğitim Bakanı aynen söz konusu davada olduğu gibi "laik sisteme aykırı eylemleri çok" sayılan biri olsun. Onun eğitim sistemini yozlaştırıp Öğretim Birliği Yasası’nı ve Milli Eğitim Temel Yasası’nı işlemez hale getirdiğini düşünün. Hakkında ne ceza davası açabilirsiniz ne dokunulmazlığını kaldırmanız söz konusu olur. Böyle bir durumda getirilen kural hiç işe yaramaz.
Demek istediğimiz şu... Niyet iyi bile olsa böyle alelacele üretilmiş "Anayasa değişikliği" formülleri çoğu kez ya maksadını karşılamaz yahut da maksadının tam tersine hizmet eder.
Bunun örneğini son olarak Cumhurbaşkanı seçimi için uygulanacak Anayasa hükümlerini değiştirerek yaşadık. "On birinci" Cumhurbaşkanı’nı Meclis’te mi seçeceğiz, halkoylaması ile mi sorusu bir sürü karmaşaya yol açtı.
Onunla akıllanmayıp "türban" sorununu Anayasa değişikliği ile çözmeye kalktık. Kendimizi içinden çıkılmaz bir kaos ortamında bulduk.
Kaldı ki böyle kestirme formüllerin bir başka sakıncası daha vardır. Bu giderek "hukuktan kaçma çaresine" dönüşür.
Hukuki yaptırımları -moda deyimle- "by-pass" etmenin vardığı sonuç da "devleti işlemez hale getirmek" yani uygar ve gelişmiş bir devlet modelinden kabile (yahut aşiret) modeline dönüşmektir.
Paylaş