GÜNDE 20 küsur gazete okuyup sonra da yazıyı yetiştirmek için vakit baskısı altında kalınca insan bazen ‘‘nerede okumuştum?’’ sorusuna yanıt bulmakta zorlanıyor.
Bunda da öyle oldu...
Dünkü gazetelerden birinde bir öğretim üyesinin ‘‘Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin hiç de beklemediği büyüklükte adımlar atarak, Brüksel'i (özellikle bu konulardan sorumlu Bay Günter Verheugen'i) çok zor durumda bıraktığını’’ söylediği bildiriliyordu.
Bu bizim Türkler böyledir. Yapmayacakmış yahut beceremeyecekmiş gibi görünürler, insanı deli ederler. Sonra bir mucize yaratıp pek çok hesabı bozarlar.
Şimdi de Bay Günter Verheugen'in ve Avrupa Birliği ülkelerini yönetenlerin ‘‘sözlerinin eri’’ yani gerçekten uygar ve dürüst olup olmadıklarını göreceğiz.
Bunu görebilmek için Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, üyelik görüşmelerinin başlama tarihini verip vermemelerine bakacağız.
Gerçi arada Verheugen'in ağzından çıkan:
‘‘Türkiye'ye bir tarih vermeden önce reformların hayata geçirildiğini görmek istediğimizi gizleyemeyiz. (...) Biz uygulamaların göz boyacı şeklini değil, gerçeğini görmek istiyoruz’’ türünden kaba ifadeler zaman zaman aklımıza gelecek. Bu sözlerle Türkiye'yi Avrupa Birliği ülkelerini aldatmaya çalışan bir devlet olarak suçladığının farkındayız. Ama asıl ‘‘aldatan taraf’’ın kim olduğunu görmeyi biz de çok istiyoruz.
Aldatmanın temel koşulu, daha önce verilmiş sözün tutulup tutulmaması değil midir?
Türkiye, Avrupa Birliği'ne ‘‘şu tarihe kadar şunları gerçekleştireceğim’’ dedi ve ‘‘siyasi kriter’’lerin hepsini yerine getirdi. Örneğin, idam cezasını kaldırdı. Herkesin istediği dili öğrenme ve öğretme, istediği dilde yayın yapma hakkını tanıdı. Türk Ceza Yasası'nın ifade özgürlüğü konusunda çok yakınılan 159'uncu maddesini demokratik hukuk devleti ölçütlerine göre değiştirdi. ‘‘Azınlık vakıfları’’nın tanınmayan haklarını verdi.
Verheugen ve AB'nin dönem başkanı ülkelerin -örneğin İspanya ve Danimarka'nın- başbakanları ile dışişleri bakanları verdikleri sayısız demeçlerde ‘‘Siz bunları ne kadar erken yaparsanız, üyelik görüşmelerinin başlamasıyla ilgili tarihi o kadar erken alırsınız’’ demiyorlar mıydı? Hatta Verheugen, TBMM'den reform yasaları geçince ‘‘Türkiye artık bizim tarafımızdadır’’ dememiş miydi? ‘‘Bizim işimizi kolaylaştırdınız’’ diye mesaj göndermemiş miydi?
Türkiye ‘‘hemen görüşelim’’ demiyor ki... ‘‘Hangi tarihte görüşmeye başlayacağız. Bunu söyleyin’’ diyor.
Phoenix isimli TV kanalına 21 Eylül 2001 tarihinde verdiği mülakatta Polonya'nın üyelik öncesi sıkıntılarından söz edilince, ‘‘Polonya'ya haksızlık ediliyor. Yaklaşık 40 milyon nüfusa sahip Polonya, bu süreçte yer alan en büyük ülke. Dolayısıyla Polonya'da başka ülkelerde olmayan sorunların yaşanması son derece doğal’’ diyen Verheugen, zerre kadar adalet ve dürüstlükten nasip aldıysa Türkiye'ye gelince neden hoşgörüsüz oluyor?