BİRİLERİNİN iyi niyetli olması yetse, bir süredir gündemin temel maddesi haline gelen "gerilim" ortamından demokrasinin kendi kurallarına göre işlediği Türkiye’ye geçmek kolay olurdu.
Oysa öyle bir ortamdan maalesef çok uzağız. O nedenle de bu konuda inisiyatif kullanan kesimlerin istedikleri noktaya ulaşabileceklerinden çok kuşkuluyuz.
Kuşkuluyuz çünkü gerilimin tarafları aynı kafa diliyle konuşmuyorlar.
Daha açık söyleyelim:
İktidarın bir numaralı ismi Başbakan Tayyip Erdoğan artık parti programını değil, kafasındaki programı uyguluyor. Kafasındaki program da, Anayasa’nın koyduğu ve koruduğu temel değerlerle çatışıyor.
Politikada çatışıyor, uygulamada çatışıyor.
Politikada ve uygulamada çatıştığını anlamak için fazla kanıt aramaya gerek yok. Sadece Yargıtay Başsavcısı’nın, Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açtığı dava nedeniyle gösterdiği tepkiye bakınca bunu görmek mümkün. Çünkü o konuda sıkıntısı olmasa, "Savcı dava açsın. Ne zararı var? Yüksek yargı nasıl olsa doğru olanı görür" diyecek kadar kendine güvenmesi gerekirdi.
Elbet partisini savunacak, elbet iddiaları çürütmeye çalışacak. Ona kimse bir şey diyemez. Ama telaşından anlıyoruz ki Erdoğan korkuyor. Nitekim Anayasa’da değişiklik yapıp mahkemenin "kapatmaya" karar vermesini önleme çabaları başka bir şeyi değil, bu korkuyu gösteriyor.
Ama dikkat edin, Başbakan Erdoğan, "Gerilimi gidermek için herkes bir adım geri atsın" diyenlere "Neden geri adım atacağım, onu bilmem lazım" diyor. Dahası, "Ben bin düşünür bir adım atarım" diyerek bugünkü duruma geleceğimizi kendisinin hesap ettiğini söylemiş oluyor.
Demek ki "Türkiye kazanacaksa ben kaybetmeye hazırım" şeklindeki sözleriyle sanki yumuşamaya yeşil ışık yakıyormuş gibi verdiği mesaj değil, asıl yukarıdaki sözler onu yansıtıyor.
Başkasını da beklemeyin. Çünkü Sayın Tayyip Erdoğan -muhtemelen önümüzdeki yıl yapılacak yerel yönetim seçimlerini de dikkate alarak- artık "oy" için konuşuyor. Seçmenin "dini duyarlıklarını" o yüzden malzeme olarak kullanıyor. Daha da önemlisi, devleti -ve tabii Türkiye’yi- kafasındaki modele uygun bir şekle sokmak için adım adım, aşama aşama gidiyor.
Zaten sorun da bundan çıkıyor.
Çünkü Erdoğan bu çizgiden ayrılmadıkça (ki artık çok zor, çünkü iktidarını o çizgide olmasını isteyen seçmene dayanarak ayakta tutacağını düşünüyor) kimse fazla bir şey beklemesin.
Bir zamanlar İsmet İnönü ile Adnan Menderes (yahut CHP ile DP) arasında da böyle çok büyük gerilim yaşanırdı. Ama bu gerilimi sistemin uzun süre taşıyamayacağı bilindiği için, bir bahane yaratılır, taraflar arasında "bahar havası" diye isimlendirilen bir döneme girilirdi. Lakin özellikle Menderes’in İsmet Paşa’ya karşı duyduğu aşağılık kompleksi bir süre sonra işlerin bozulmasına sebep olurdu.
O dönemdeki sorun "kişisel" denebilecek türdendi. Oysa burada -yukarıda da söyledik- mesele anayasal sistemin temel değerlerini koruyacak mıyız, yoksa koruyormuş gibi görünürken altının oyulmasına göz yumacak mıyız tartışmasından çıkıyor. O yüzden çok daha önemli görünüyor.