YANAN her ağaç, iyi bir "ormancı" yani orman mühendisleri başta olmak üzere o idareye bağlı insanlar için bir evlat kaybetmek gibidir.
İyi olmayan ormancı zaten ağaç düşmanı aşağılık bir mahluktur.
Son orman yangınları "iyi" ormancılarla "kötü"lerini ayırdı.
İyiler -gelen haberlere göre- Manavgat-Serik ormanları alev alev kavrulurken canları pahasına mücadele verdiler.
Kötüler, -yine haberlere göre- yanı başlarındaki köyler yangın tehdidi altındayken karpuz yiyip keyiflerine baktılar.
Sonuç olarak en az 4 bin 500 hektar büyüklüğünde yeşilimiz 6 gün içinde kül olup gitti.
Şimdi yetkililerin değerlendirmelerini okuyoruz:
Orman ve Çevre Bakanı’nınyangın söndürme amacıyla 300 milyon dolar yatırım yaparak her biri yaklaşık 30 milyon dolar değerinde 8-10 uçaklı bir filo kuracaklarını açıkladığı bildiriliyor.
Orman Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kurtulmuşlu ise yangının bölgeye atom bombası atılmış gibi zarar verdiğini, ekosistemi bozduğunu belirtmiş.
Ancak Kurtulmuşlu orada kalmamış. Yangının, bitki örtüsünün kaybına neden olduğunu, orman yolları ve köprüler gibi altyapıya zarar verdiğini ve bölgenin ağaçlandırılması için çok ciddi ekonomik kayıp olduğunu belirttikten sonra;
"Yangının bir tek iyi tarafı, bu ormanlarda kene kalmadı. 1940 ve 1950’li yıllarda bölgede çıkan bazı büyük yangınların kenelerden kurtulmak isteyen köylüler tarafından çıkarıldığı anlaşılıyor" demiş.
İnsanın aklına Osmanlı döneminin "Ah şu mektepler olmasa Maarif Nazırlığı kolay yapılırdı" diyen sözde devlet adamı geliyor.
İsterseniz o Maarif Nazırı’ndan çok, meşhur Karadeniz fıkrasındakine benzetin:
Hani, bir türlü yakalayamadığı sinek bir yakınının alnına konunca çekip tabancayla sineğe nişan alan ve hem sineği hem de yakınını öldüren Karadenizlinin, "Bir senden bir benden" diyerek ödeşmesi hikáyesi var ya ona...
Sayın Genel Müdür Yardımcısı’nınatladığı bir nokta daha var:
Nasıl AIDS hastalığı 1980’den önce bilinmiyor idiyse "kene"nin sebep olduğu "Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi" denen hastalık da en azından Türkiye’de 2002 yılından önce bilinmiyordu. İlk olarak 1944-45 yıllarında Kırım’da karşılaşılmış, daha sonra 1960’lı yıllarda Kongo’da görülmüştü.
O nedenle Türkiye’de büyük orman yangınlarının yaşandığı 1944-45 yıllarında halkımızın "kene öldürmek" amacıyla orman yaktığını söylemek doğrusu hayli yersiz görünmektedir.
Tamam kırsal alandaki halkımız hem o yıllarda hem de özellikle 1950’li yıllarda bilerek hayli orman yakmıştır. Ama onların nedeni "Bize oy verir de partimizi iktidara getirirseniz, ormandan açacağınız alanı devlet size tarla olarak bırakacak" diyerek oy isteyen alçak siyaset adamlarıdır.
Zaten 1961 Anayasası’nın 131’inci maddesine "Orman suçları için genel af çıkarılamaz; ormanların tahribine yol açacak hiçbir siyasi propaganda yapılamaz" diye hüküm konulmasının nedeni de budur.