KİMSEYİ yaftalamayalım diyenler, her televizyon programında âleme ahlak dersi verenler son “belge” (!?)rezaleti karşısında ne tanınmış Ceza Hukuku Profesörü -Yargıtay eski Birinci Başkanı- Sami Selçuk’un dediklerine aldırış ediyorlardı, ne öteki uzmanların uyarılarına...
Onlar "fotokopiden imza incelemesi yapılamaz" dedikçe, bunlar suçlu üretiyorlardı.
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek bile bu insaf tanımayan ve ahlakla ilgisi bulunmayan "yargısız infaz" sürecine isyan etti. Onun ardından da Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı dün, üç sayfa tutan ayrıntılı bir açıklamayla "Kesin ifadeli bir açıklama mı bekliyordunuz. Buyurun işte bizim kesin ifadeli raporumuz" demiş oldu.
Cemil Çiçek’in "Olayın bir siyasi, bir de hukuki boyutu var. Ben bu tür olaylara hep hukuki bakarım. Belgenin sahte olup olmadığına ilişkin inceleme bitmeden konuşmak sakıncalıdır. Fotokopi üzerinden değerlendirme yapamazsınız. Bunun hukuki açıdan delil değeri bile yoktur. İmzaya ilişkin değerlendirmeler kabul edilmez. Mahkemelerde bu böyledir. Orijinalini bulup ona göre hukuki kanaat oluşturursunuz. Bu şimdi savcıların işi. Bunun sonucunu beklemek gerekir. Ortada bilgi kirliliği var. 40 kafadan ses çıkıyor" şeklindeki açıklaması bir bakıma hem "medya cellatlarına" hem de "ortada gerçekliği ispatlanmış bir metin varmış gibi" konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yanıt verir gibiydi.
Ama asıl önemlisi Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın açıklamasıydı.
Askeri savcılık, bir olayı soruştururken hiçbir açık nokta bırakmamak için neler yapmak mümkündür ve neler yapmak gereklidir sorusuna yanıt verir gibi çalışmış:
"Taraf" gazetesinde "AKP ve Gülen’i Bitirme Planı" başlıklı haberin yayımlandığı 12 Haziran gün soruşturma başlamış. "Belge" denen yazılı káğıdı hazırlayan(lar)ın aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni mi hedef aldığı sorusu dahil, akla gelebilecek tüm ihtimallere yanıt aramış.
"Belge altındaki imzanın, orada adı geçen Dz. P. Kur. Albay Dursun Çiçek’e ait olup olmadığı" gibi temel soruya yanıt bulmak için çalmadık kapı, yapılmadık inceleme bırakmamış.
Örneğin Albay Çiçek ve çevresindekilerin 14 ayrı bilgisayarına el koymuş. Onların sabit disklerinden, bağlı oldukları "sunucu ve yedeklerinin muhafaza edildiği Muhabere Merkezi"ne kadar her yere ulaşıp hepsini "bilirkişi"lere inceletmiş.
Ayrıca Albay Çiçek’in evinde de arama yapılmış. Konutunda bulunan dizüstü bilgisayarlara ait sabit diskin imajı (bu kelime, içindeki bilgiler anlamına kullanılmış olmalı) alınmış. Tüm bunlar sonunda "belge" denen yazıyla örtüşen herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamış.
Bitmedi... "Belge" denen yazı bir fotokopi olduğu için böyle bir metindeki imzanın gerçekten Albay Çiçek’e ait olup olmadığını öğrenebilmek amacıyla Jandarma’nın, Emniyet’in, Adli Tıp Kurumu’nun laboratuvarlarına başvurmuş. Hepsi ana hüküm olarak "fotokopiye bakarak imzanın gerçek olup olmadığının anlaşılamayacağını" söylemişler.
Hukuk "şüpheye dayalı" hüküm vermez. Nitekim askeri savcılık da, "Belge yok, fail yok, suç yok" sonucuna vararak dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiş. "Var diyen varsa buyursun" diyerek.