ALMANYA’nın Ludwigshafen şehrindeki yangında 9 Türk’ün hayatını kaybetmesiyle ilgili olay henüz aydınlığa kavuşmadan bir ikinci ve bir üçüncü yangın Avusturya’nın başkenti Viyana’da meydana geldi.
Henüz onların da sebebi belli değil.
Ama yoğunlukla Türklerin oturduğu 10’uncu bölgedeki Knöll Sokağı’ndaki iki yangın, 15 dakika arayla gece saat 23.30 sularında meydana gelir ve olay sonunda 7’si çocuk 17 kişi duman zehirlenmesi nedeniyle hastaneye kaldırılırsa, "Yeni bir Solingen mi? Yeni bir Möln olayı mı?" diye düşünmeye mecbur olursunuz?
Biliyorsunuz 23 Kasım 1992 tarihinde Almanya’nın Mölln kentindeki Mühlenstrasse’de Türk bir ailenin oturduğu evin kundaklanması sonunda Aslan ve Yılmaz ailelerine mensup 5 kadın yanarak ölmüştü.
İkinci unutulmaz facia da Almanya’nın Solingen kentinde 29 Mayıs 1993 gecesi meydana gelmiş, 4’ü henüz çocuk ve genç kız, biri 27 yaşında kadın olmak üzere 5 insanımız yaşamını yitirmişti.
Belirtmeye değer ki Alman adaleti Mölln faillerini ömür boyu hapse mahkûm etmişti. Solingen olayının faillerinden ikisi bu ayın başlarına kadar hapisteydi. Diğer ikisi "iyi hal" nedeniyle serbest bırakıldı.
Şimdi Ludwigshafen’in çözülmesini beklerken Viyana’da meydana gelen olaylar, o ülkelerde yaşayan Türklerin yeterli güven içinde olmadıklarını anlatmaya yeter sanıyoruz.
Zihinlerdeki endişelerin çabuk yeşermesinde ve soru işaretlerin giderek büyümesinde, bu ülkenin yakın geçmişine ilişkin bilgilerin elbet önemli tesiri var.
Herhalde Adolf Hitler’in o iklimde yetişmiş olduğunu anımsatacak kadar geriye gidecek değiliz. Ama onun çağdaş bir takipçisi olarak algılanan görüşlerin halen aktif olduğunu da herkes kadar biz de biliyoruz.
O nedenle özellikle Avusturya’daki olaylar -son iki yangında itfaiyenin gösterdiği büyük çabaya rağmen- biraz daha kaygı verici görünmektedir. Çünkü Türkiye’ye ve Türklere sadece Kertner Strasse’ninkendini beğenmiş Avusturyalıları değil Avusturya hükümetinin de yukarıdan baktığı yaygın olarak bilinen bir gerçektir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’neüye olmasını Avusturya’nın hem kendisi hem de Avrupa açısından bir kábus gibi gördüğünü ortaya koyan politikaları bunun kanıtıdır.
Avusturya bir bakıma "siyasal bencilliğin" kurumlaştığı bir yerdir. Üstelik bu bencillik, "terörle mücadele" konusunda altına imza attıkları antlaşmalardan doğan hukuki ve ahlaki yükümlülüklerini gözardı etmelerine yol açacak kadar güçlüdür.
Bunu bize son olarak PKK’nın önde gelen yöneticilerinden Rıza Altun’u bilerek isteyerek Viyana’dan Kuzey Irak’a kaçırmakta sakınca görmemeleri söyletiyor.
Bizimle bağlantısı olmasa da bu ülkeyi yönetenlerin, başka terör olayları veya teröristlerle ilgili sınavlardan da kötü not aldıklarını iyi anımsıyoruz.
Dileriz yakın bir gelecekte, zihinlerdeki kuşkuyu silen bir Avusturya’dan söz ederiz.