BUNA “beklenen” mi oldu demek doğru, “beklenmeyen” mi, insan tereddüt ediyor, en kesin ifadeyle söylenebilecek olan var: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) Danıştay ve Yargıtay’dan seçilerek bu göreve gelen üyeleri, yargı ve hukuk tarihimizde unutulmayacak bir eyleme birlikte imza koydular.
Kamuoyunun karşısında geçtiler ve “Aldığımız bireysel kararlar sonucu, görevimizden topluca istifa ediyoruz” dediler.
Namık Kemal’in sözleri kendi eylemine ne kadar uygundu, tartışılabilir ama, onun “Çekildik izzet-i ikbal ile Bab-ı hükümetten” sözüne en uygun eylemi yaptılar. Bu satırları yazarken oturup hukuk ve yargı tarihimizin yapraklarını tek tek açarak “Yargıçlarımız görevlerinin ve konumlarının haysiyetini korumak için topluca istifa etmişler miydi?” diye bir araştırma yapmış olduğumuzu iddia etmiyoruz.
Ama bizzat tanığı olduğumuz son 60 küsur seneyi, o süre içinde yargıyı en bağımsız noktaya taşıyan düzenlemelerden en bağımlı hale getirici hatta onurlarıyla oynayıcı politikalara kadar tüm bildiklerimizi tarayınca sadece “yargı” dünyamızdan değil, bütünü itibariyle tüm “hukuk” camiamızdan bu kadar onurlu, bu kadar yürekli bir başka eylem anımsamadığımızı söyleyebiliriz.
HSYK üyeleri, bugün geldikleri noktayla ilgili mücadeleyi, siyasi iktidarın (pratikte Adalet Bakanı’nın ve emrindeki bürokrasinin) kendilerine tevdi edilen görevle bağdaşmayan müdahalelerine muhatap oldukları ilk gün başlatmışlardı.
Sadece siyasi iktidarın baskıları değil, “yandaş” medyanın sistemli şekilde yürüttüğü “itibarsızlaştırma” yahut “kişilik katli” (character assasination) dediğimiz kampanya da HSYK üyelerini zor bir sınavdan geçirdi.
Sonunda, 12 Eylül 2010 günü yapılan referandumla yürürlüğe giren yeni Anayasa hükümleri onları “Ya onurumuzla görev yaparız veya çeker gideriz” şıklarından birincisinin söz konusu olmadığına karar verdiler ve ikinci şıkkı uyguladılar.
Bilindiği gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeni hükümlerin yürürlüğe girdiği tarihe kadar biri Adalet Bakanı (Başkan), diğeri Adalet Bakanlığı Müsteşarı olmak üzere iki “tayinle” gelen, 5 de (üçü Yargıtay, ikisi Danıştay üyeleri tarafından seçilen) “seçilmiş” üyesi vardı. Buna yeni hükümlerle Birinci sınıfa ayrılmış yargıç ve savcılar arasından seçilen 10 üye ile Cumhurbaşkanı’nın tayin edeceği 4 üye, 1’i Türkiye Adalet Akademisi tarafından seçilen üyeleri eklediler. Böylece üye sayısı 22 oldu. Ama sözde “demokratik” bir yapıya kavuşturulurken HSYK tartışmasız bir şekilde Adalet Bakanlığı’na bağımlı hale getirildi. Nitekim dün istifa eden üyeler 17 Ağustos 2010 tarihinden beri Bakanlığın HSYK’yı çalıştırmadığını açıkladılar.
Şimdiki üyelerden sadece Ali Suat Ertosun’un “görevde kalacağını ve inancı doğrultusunda mücadeleye devam edeceğini” yakınlarına söylediği biliniyor. Görevden ayrılanlar Danıştay ve Yargıtay’daki eski görevlerine devam edecekler. Bu da belli.
Keza HSYK’nın yeni üyeleri arasına giremeyecekleri, çünkü yeni üyelikle ilgili aday olma süresinin bittiği de biliniyor.
Ama kimse bunlara bakarak, HSYK üyelerinin onur mücadelesine saygı duymaktan uzak kalamaz.