AYNI filmi ikinci defa görmek pek güzel bir şey değil. Ama bazen mecbur kaldığınız oluyor. Özellikle "iktidar-meyda ilişkisi" söz konusu olunca iki değil, aynı filmi beş, on kere seyretmek zorunda kalabiliyorsunuz.
İktidar-medya ilişkisi sadece "medya iktidarın uşağı olmayı kabul ederse" sorunsuz olur.
Eğer bir ülkede demokratik değerlere inanan, özgürlüğünden vazgeçmemekte direnen bir medya kesimi varsa, orada sorun da vardır. Çünkü böyle bir ortamda medyanın "gerçekleri halka duyurma" işlevi ve görevi ile iktidarın "hoşa gitmeyen gerçekleri halktan saklama" arzusu tarafları çatışmaya götürür.
Türkiye’de bu durum artık saklanamayacak kadar aşikár hale geldi. Böylece "liberal" (!) kardeşlerimizin "gelmiş geçmiş en demokratik lider" saydıkları Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gerçek çehresi de ortaya çıktı.
Amaç da mesaj da belli:
Doğan medya grubuna "Sizi de bazıları gibi mahvedeceğim" diyor.
Onun için bir süre önce başka hiçbir ticari işlemde uygulanmamış -uygulanmasına gerek olmadığı Maliye Bakanlığı tarafından tespit ve ilan edilmiş- kurallar icat ettiler. Büyük hissesi Doğan Grubu’na ait Petrol Ofis’e 985 milyon TL. tutarında vergi cezası çıkardılar.
Ceza haksızdı ama haksızlığı ispat için yargıya gidince sonucu almak için en az üç-dört sene beklenecekti. Bunun şirket hisselerine getireceği değer kaybı neredeyse haksız cezanın kendisi kadar olacağı bilindiği için, Maliye ile uzlaşma yoluna gidildi. Böylece dosya, -bile bile soyulurcasına- ödenen 275 milyon TL. karşılığı kapanmış oldu.
Şimdi birincisinden daha bariz bir haksızlık söz konusu:
Deniyor ki: "Doğan TV Holding’in hisselerinin yüzde 25’ini 375 milyon Euro karşılığında Alman Axel Springer grubuna 2006 yılında sattığınız halde, bunun (30 milyon TL tutarındaki) vergisini 2007 yılında satmış gibi geç ödemişsiniz.Bundan dolayı size toplam 826 milyon TL.ceza yazdık."
Dedikleri doğru olsa, "En ne yapalım. Kusuru işleyen cezasına katlanır" dersiniz. Oysa tüm belgelerin ortaya koyduğu gibi "satış" işlemi 2 Ocak 2007’de tamamlanmış. Vergisi de aynı yılın Nisan ayında yani zamanında yatırılmış.
Ama -pek haksever olduğunu bildiğiniz- Kurt aklına koymuş, "Suyu bulandırdın, seni yiyeceğim" diyor. Suyun alt tarafında imişsin fark etmez.
Oysa bilmiyor. Yiyemez. Çünkü sonunda "mahkeme" var. Hani "kadrolaşma" politikalarıyla yıllardır "ele geçirmeye" çalıştıkları "yargı"mız var ya... Onun büyük bir bölümünün hálá haklıyı haksızdan ayıran yani gerçekten adalet dağıtan hakimler elinde olduğunu unutuyor.
Bilmediği bir şey daha var:
Bu defa "hukuka ve yasaya karşı hile yapan" bir kesimi değil, "hukuka ve yasaya kılı kılına uymayı temel ilke sayan" bir kesimi yiyebileceğini düşünüyor.
Açık söyleyelim:
Her kuşun etinin yenmeyeceğini ona biz hukuktan ayrılmadan göstereceğiz.
Hayal mi görüyoruz, gerçekleri mi dile getiriyoruz, merak edenler geriye doğru yaşanmışları okuyup öğrensinler. Oradan ders alsınlar. O zaman anlarlar niçin "Bu filmi ikinci defa görüyoruz" dediğimizi.