GALİBA bir biz kaldık. Nitekim 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen askeri müdahale sonucu Demokrat Parti iktidarının tarihe gömülmesi ve ardından yaşananlar konusunda bilen, bilmeyen herkes ağzına geleni ya yazdı ya söyledi.
Ve tabii 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenlere suç ortakları da icat edildi.
Baştan söyleyelim:
Öylesine bir travmayı unutmalarını, özellikle Demokrat Parti mensubu veya sempatizanı kişilerden beklemeye hiç kimsenin hakkı yoktur. O nedenle ne derlerse desinler hoşgörüyle karşılamak gerekir. Ama o kesime tanıyabileceğiniz “duygusal” değerlendirme hakkını, olayları objektif şekilde değerlendirme iddiasında olanlara tanıyamazsınız. Özellikle gerçekleri bozarak, hatta tersine çevirerek ahkâm kesenlerin yaptığını savunmaya imkân yoktur. Daha önce de bu sütunda yazdığımızı yeri gelmişken tekrarlayalım: Aklı başında olan, zerre kadar hukuk nosyonu ve demokrasi sevgisi olan hiç kimse -kendimiz dahil- 27 Mayıs nedeniyle sevinmedi. Tam tersine, o dönemi yaşayan, Adnan Menderes’in despotizminden şikâyet eden, Celal Bayar’ın “İttihat Terakki Komitacısı” kimliğinden ürken insanların tamamı, Demokrat Parti (DP) iktidarının hukuka uygun yollardan düşürülmesini istiyordu. Ama DP iktidarının yönetici kadrosu (buna belki Celal Bayar, Adnan Menderes ikilisi demek daha doğru olur), meşru yoldan da olsa iktidarı bırakmamaya kararlı bir anlayışa sahipti. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi’ni siyaset sahnesinden silmek için 1953 sonunda bu partinin tüm mal varlığına devletin el koymasını sağlayan yasa çıkarttılar. O yetmeyince, 1960 Nisan’ında CHP’nin “yasadışı yollardan iktidarı ele geçirmek istediği” iddiası ortaya atıldı. Bu iddiayı ispatlamak için TBMM’nin özel yetkilerle donatılmış bir “Tahkikat (Soruşturma) Komisyonu” kurmasına karar verildi. Daha doğrusu böyle bir yasa çıkarıldı. Bu komisyon yetkisini kullandı. Birçok insanı tutukladı. Birçok yerde arama yaptırdı ama o iddiayı ispatlayacak tek bir kanıt bulamadı. Nitekim Menderes, askeri müdahaleden bir gün önce Eskişehir’de yaptığı konuşmada, “Tahkikat Komisyonu’nu lağvetmeye (kaldırmaya) karar verdiklerini” açıkladı. Ama artık çok ama çok geç idi. DP’nin öteki marifetlerini tek tek sayacak kadar yerimiz yok. Ama Türkiye’yi tam bir dikta rejimine sürükledikleri kesindi. DP’nin lider takımı o gidişin hem ülkeyi, hem kendilerini, hem de rejimi çıkmaza sokacağına ilişkin hiçbir uyarıya kulak vermedi. Tam tersine Menderes, açıkça “Gerekirse iktidar da darbe yapar” diyerek, bildiği yolda devam etti. Bu tutum ülkeyi -tekrar ediyoruz- hiçbirimizin istemediği bir yere, “darbeler” zeminine kaydırdı. Acaba 27 Mayıs yapılmayabilir miydi? Hepimizin -askerin, sivilin, aydının, politikacının- demokrasi deneyimi ve olgunluğu bugünkü düzeyde olsa belki de 27 Mayıs’ı yaşamazdık. Ama maalesef toplumsal gelişme istediğimiz kadar çabuk gerçekleşmiyor.