BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan o cümlece malum üslubuyla son olarak, hükümetteki 6 bakanı gerek görürse (kapının) "dışına koyacağını" ilan etti.
Sebep, son yerel yönetim seçimleriyle ilgili olarak yapılan bir toplantıda geçen konuşmaları bu 6 bakanın Sabah gazetesine yansıtmasıymış.
Siz bakan olsanız ve Başbakan size kızınca "kapının dışına koyacağını" böyle uluorta ilan etse gururunuzun incindiğini ve başkalarından bekleyeceğiniz saygı ile böyle bir ifadenin bağdaşmadığını düşünmez misiniz?
Düşünseniz de boşuna umutlanmayın:
"Bakan" sıfatıyla görev ve sorumluluk üstlenmiş insandan "Benim bakanım" diyerek söz etmesinin yanlış olduğunu, bu ifadenin o insanı "küçük görme" anlamına geleceğini daha önce bu sütunda yazdık ama Başbakan Erdoğan’a anlatamadık.
"Benim Valim", "Benim Müsteşarım", "Benim Özel Temsilcim" demenin yanlışlığını da gösteremedik.
Özellikle şahsi vekili yahut maaşını cebinden verdiği bir kişi olmadıkça, kimseyi "private (yahut personal) representative" anlamına gelecek şekilde nitelemeye hakkı olmadığını kabul ettiremedik.
Anlasın diye Başbakan’a "O kişilerin maaşını cebinizden mi ödüyorsunuz?" diye sorduk, yine duyuramadık.
Zaten duyurabileceğimizi de düşünmüyorduk. Ama yine de "6 bakanı kapının dışına koyarım" diyen bir Başbakanımız olacağı aklımızdan geçmemişti.
Nasıl geçsin?
Son seçim kampanyasında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yanıt verirken, "Aldığı aile terbiyesinin aklından geçen her şeyi söylemesine izin vermediğini" söyleyen, "Başbakanlık bitince Baykal’ı -belli ki terbiye dışı sözlerle- yanıtlamaya" söz veren yani kendini kontrol altında tuttuğunu ilan eden Tayyip Erdoğan değil miydi? Öyle dikkatli bir kişiden böyle bir beyan beklenebilir miydi?
Beklemiyorduk ama belki de hafızamızı o sırada yoklamamıştık da, ondan beklemiyorduk. Oysa şöyle geriye bakınca aklımıza önce meşhur Davos sahnesi geldi.
Yanındaki İsrail Cumhurbaşkanı’na önce "Benden yaşlı olmasaydın, sana gösterirdim" mesajı veren, sonra "Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz" diyen... Ardından katıldığı toplantıyı terk edip çıkan... "Başbakan olduğu için o toplantıyı yöneten moderatörü pataklamadan çıkmak zorunda kalmasına" hayıflanan kişi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan değil miydi?
Peki ya son seçim kampanyasında yanındakilere "Şimdi beni küfrettireceksiniz" diye azarlayan?
Nitekim biraz daha yoklayınca aklımıza 2002’nin sonlarında Başkan Bush’un Erdoğan’la görüşmesini "Teksaslıların at pazarlığına benzettiği" geldi.
Onun ardından Aralık 2002’de Avrupa Birliği tam üyeliğine aday olmamızı hedefleyen görüşmeler sırasında Erdoğan’a kızan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın "AB’ye girecekler her şeyden önce terbiyeli ve medeni olmalıdır" şeklindeki sözünü anımsadık.
Sonra da "Tayyip Erdoğan hatalı olamayacağına göre, acaba biz nerede hata yaptık?" sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.