BARACK Obama’nın herkes tarafından pek beğenilen "göreve başlama konuşması" üzerinde yazı yazmaya bugün niyetliydik ama galiba fırsat olmayacak. Çünkü hiç hesapta yokken hem Cumhurbaşkanlığı’nın ve Genelkurmay’ın açıklamaları hem de Başbakan Erdoğan’ın "Ergenekon"la bağlantılı "yargısız infaz"larla ilgili sözleri kamuoyunu işgal etti.
Böyle "yargıyı etkileyen" bir şey olmasa veya "soruşturmanın gizliliği" ihlal edilmese herhalde ne Cumhurbaşkanlığı açıklama yapıp, "uygulamalarda usul yasalarına azami özen gösterilmesinin Türkiye’yi daha da güçlü kılacağını" ifade ederdi, ne de "hukukun üstünlüğüne ve temel ilkelerine titizlikle bağlı kalınmasının" önemini vurgulardı.
Keza Başbakan da;
"Yargı süreci bitmeden kimseyi suçlu ilan etmeye hiç kimsenin hakkı yok. Fakat ülkemizde maalesef yargısız infaz yapmaya alışmış bazı kurum ve kuruluşlar olduğu gibi bazı şahıslar, hatta köşe yazarları da var. (...) Ben şu anda (...) soruşturmayı yürütmekte olan savcı üzerindeki tasarrufları da kınıyorum, savcıya yönelik baskıları kınıyorum (...)" demezdi.
Elbet Genelkurmay’ın da özetle, "Kişi ve kuruluşların adeta yargısız infaz edilerek suçlu ilan edilmesi hiçbir hukuki ve ahlaki kuralla bağdaşmamaktadır. Artık söylem yerine tedbir alma zamanıdır" demesine gerek olmazdı.
Aslında dünkü yazımızda da konu bu idi. Örnek olarak da gazeteci Fehmi Koru’nun, tanınmış işadamı Hüsnü Özyeğin’i, "Ergenekon sanığı Veli Küçük’le irtibatlı gösteren" 29 Ocak 2008 tarihli yazısını ve diğer gazeteci Şamil Tayyar’ın bir televizyon programında söylediği ileri sürülen, Koru’nunkine benzer sözlerini aktarmıştık.
Bu yayınları "ciddiye" alan Cumhuriyet Savcılığı’nınisteği üzerine Özyeğin’in telefonlarının dinlendiği ortaya çıkmıştı.
Yeri gelmişken belirtelim:
Şamil Tayyar bir açıklama gönderdi ve "Hüsnü Özyeğin yasadışı ticaretten kaynaklanan alacaklarını Veli Küçük aracılığıyla tahsil ediyordu" şeklinde bir cümleyi hiçbir zaman ve hiçbir yerde kullanmadığını ileri sürdü. "(Aksinin) ispatı halinde meslek hayatımı sonlandıracağımı taahhüt ediyorum" dedi.
Dedi ama bizim Şamil Tayyar’a atfen aktardığımız bilginin temel kaynağı olan Ergenekon İddianamesinin, Ek 364 No’lu klasörünün 317; 320 ve 321’inci sayfaları orada duruyor.
Gerçi orada "dolaylı" bir bilgi var. İddiaya göre Memduh Bayraktaroğlu isimli gazeteci, diğer gazeteci Sabahattin Önkibar’la konuşurken Şamil Tayyar’ın bir röportajda, "En büyük finansman, uyuşturucu ve haraç tahsilat çeteleri üzerinden sağlanıyor. İşadamlarından çok iyi besleniyorlar" dedikten sonra Hüsnü Özyeğin’in bunlarla yakın ilişki içinde olduğunu söylediği anlatılıyor.
Özyeğin’in telefonlarının dinlenmesiyle ilgili yargı kararında da Koru’nun yazısına ve Tayyar’la ilgili yukarıdaki bilgiye atıfta bulunulduğuna göre, kimin "yargıyı etkilediği", kimin "yargısız infaz" yaptığı açıkça görülüyor olmak gerekir. (Daha çook örnek var.)
Haa... Diyebilirsiniz ki, "Başbakan da savcının baskı altına alındığına" değinerek şikáyette bulunuyor. Demek o da ortaya çıkmalı.
O zaman kim haklı kim haksız, bunu anlamanın yolu basit:
Adalet Bakanlığı bugüne kadar "yargıyı etkileme" ve "soruşturmanın gizliliğini ihlal" iddiasıyla hangi gazeteciler ve yayın organları hakkında soruşturma başlatıldığını açıklasın, resmi hep birlikte görelim.