KESİNLEŞMİŞ yargı kararını eleştirmek herkesin hakkıdır. O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hem "türban" konulu hem de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile ilgili kararı üzerinde yapılan yorumları mümkün olduğunca yakından izliyoruz.
İtiraf edelim ki bu eleştirilerin bazılarını çok acımasız, hatta saldırgan buluyoruz.
Daha önce de değindik. Bazıları, "AYM bu kararlarıyla Meclis’in yasa yapma hakkını daralttı" diyor. Kimi, "Türbanla ilgili olan kararıyla AYM, Meclis’e ait olan yasa yapma hakkını düpedüz gasp etti" görüşünü savunuyor. Dayandıkları gerekçe de şu:
"Anayasa’nın 148’inci maddesi Yüksek Mahkeme’nin, Anayasa değişikliği ile ilgili bir ’Anayasa’ya aykırılık’ itirazını ancak şekil şartları yönünden inceleyebilir. Yani oylama usulünce yapılmış mı? Diğer usul hükümlerine uyulmuş mu, bunlara bakar. Değişikliğin içeriğini değerlendiremez. Oysa mahkeme, türbanla ilgili 10 ve 42’nci madde değişikliklerini içerik yönünden incelemiş. Üstelik bu değişikliği Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk dört maddesiyle irtibatlandırarak bundan böyle yapılacak hemen her değişikliği aynı yönden incelemeye kendisini yetkili kılmıştır."
Bunlar ilk bakışta ciddi görünen iddialar. Ama bu iddiaları kabul edebilmek için konuya pek yüzeysel bakmak lazım. Şu nedenle:
AYM’nin "türban" konulu değişikliği, "değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen" maddeler açısından ele alıp incelediği doğrudur. Aslında öyle yapması zorunlu olduğu için Yüksek Mahkeme bunu yapmıştır. Çünkü Anayasa’nın ilk maddesinde "Devlet laiktir" hükmü dururken öteki maddelerde devletin laik temelini çürüten bir değişikliğin yapılmasına -bir başka deyişle Anayasa’yakarşı hile yapılmasına- ses çıkarmamasını beklemek, Anayasa Mahkemesi’ninişlevini sıfıra indirmektir.
Onun ardından laik Cumhuriyet’in üstüne bir bardak soğuk su içmeye sıra gelir.
Fatiha okuma görevi de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye düşer.
O nedenle AYM, ilk dört maddeye aykırı bir düzenlemeye seyirci kalmayı kabul etmeyerek, Anayasa’nınkendisine verdiği temel görevin gereğini yapmıştır. Bu, yasada bulunmayan hususu yasanın ruhuna uygun bir yorumla tamamlamaktır. O nedenle de Yüksek Mahkeme’yi kutlamak gerekir.
Yüksek Mahkeme’ninyasada olmayan yetkiyi kendi kendine ürettiğini iddia edenlere verilecek yanıt, son günlerde çeşitli sütunlarda dile getirildi. Bunların en meşhuru ABD’de Federal Yüksek Mahkeme’nin 1803 yılında Marbury-Madison davası dolayısıyla verdiği karardır. Mahkeme, Anayasa’da bir hüküm bulunmadığı halde o davada "Anayasa’ya aykırı olan yasa hükmünün uygulanamayacağını" hükme bağlamış, böylece resmen "iptal" etmeden, ilgili yasa hükmünü geçersiz kılmıştır.
Bizde de en çok bilinen örnek, AYM’nin "yürütmeyi durdurma" yetkisi olmadığı halde Yüksek Mahkeme’ninbu yetkiyi üretmesi ve sık olarak da kullanmasıdır.
Keza Anayasa, "İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz" dediği halde bunlar, üstelik AYM Başkanı tarafından açıklanıyor. AYM’ye kızanlar nedense buna hiç ses çıkarmıyor.