KIBRIS’a yaptığımız son gezide dostlara, “Emekli bir Yüksek Mahkeme Başkanının ismini bulmak istediğimizi” söyledik. Boyunu bosunu, tahminimize göre yaşının ne olabileceğini anlattık. Kendisine İstanbul-Londra uçak yolculuğunda rastladığımızı, ama adını sormayı ihmal ettiğimiz için sonradan pişmanlık duyduğumuzu ifade ettik.
Merakımızın sebebini sordular. “Bize uçakta anlattığı bir anekdot nedeniyle” dedik. “Tarifinize göre o zat Ülfet Emin Bey’dir” dediler. Tahminleri doğru mu değil mi bilmiyoruz. Ama uçakta kendisini tanıttıktan sonra: “Türkiye’deki olayları, özellikle davaları izliyorum. Biliniz ki kahroluyorum” demiş, sonra devam etmişti: “Ben hâkimlik mesleğine Kıbrıs’ta İngiliz idaresi varken başladım. Görevimin sanıyorum ilk günü Başhâkim beni çağırdı: ‘Burada işbaşı yapmadan önce git, hapishaneleri dolaş. Oradaki mahkumların, tutukluluların durumunu yerinde gör. Sonra gel’ dedi. Doğrusu ‘hapishanelerdeki insanları görmeye değil adalet dağıtmaya geldiğimi’ düşünerek biraz içerledim. Ama verilen talimatı yerine getirip döndüğüm zaman aynı hâkim: ‘Bak evladım. Hâkimlik görevini yaparken zaman gelecek karşındaki zanlıyı tutuklamak gereğini duyacaksın. İşte o zaman hapishanede gördüğün insanların durumunu göz önünde tutasın diye seni gönderdim. Unutma, senin vereceğin bir tutuklama kararı sadece o kişiyi değil ailesini, çevresini ve en önemlisi adaleti de rencide edebilir’ dedi. Şimdi ben Türkiye’de insanların tutuklanmasını bu kadar kolay isteyen savcılarınızı, onları yargılamadan bir sene, iki sene hapishanede tutan hakimlerinizi gördükçe, bunların hiç mi vicdanı yok diye kahroluyorum” dedi. Dinler dinlemez kafamıza çakılan bu sözler, dün hem arkadaşımız ve dostumuz Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan’ı görmek hem de Ergenekon davasının belki de 150’nci duruşmasını izlemek için Silivri’ye gidince tüm tazeliği ile zihnimizde diriliverdi. Dün Ergenekon’un “10’uncu Dalga” sanıklarından, Deniz Önyüzbaşı rütbesindeyken ordudan ayrılıp kendi bilgisayar şirketini kuran, bu sırada “Ergenekon isimli gizli örgüt üyesi” olduğu iddiasıyla 15 ay önce tutuklanan Ataman Yıldırım’ın ifadesi alınıyordu. Yıldırım bilgisayar teknolojisini iyi bildiği için suç kanıtı diye dosyaya konan hangi CD’nin, hangi DVD’nin sahte olduğunun nasıl anlaşıldığını gerekçeleriyle tek tek anlattı. Tanıştığımız kızı da “15 aydır tutuklu olan babam yargıç önünde ilk defa ifade veriyor. Ama tutuklanmasının gerçek nedenini o da, biz de hâlâ bilmiyoruz” dedi. Tıpkı gazeteci Mustafa Balbay ve gazeteci Tuncay Özkan gibi... Nitekim ikisi de dün duruşma arasında bizimle uzaktan konuşurken: “Kitap yazmak için topladığımız ve bir kısmını yayınladığımız kitaplarda kullandığımız belge ve bilgiler burada karşımıza suç kanıtı diye çıkartılıyor. Bir suç örgütü ile bağlantımız varsa o ispat edilir, biz de cezamıza katlanırız. Ama sırf işimizi iyi yapmaya çalışmak yüzünden dört duvar arasında tutulmak adalet olabilir mi? Buna hukuk denebilir mi?” diye isyan ediyorlardı. Vicdanınız “Haksızlar” diyor mu?