AVRUPA Birliği (AB) tarafından yayınlanacak "İlerleme Raporu"na ilişkin bilgiler geldikçe, orada ele alınan konuları önümüzdeki günlerde hayli yoğun şekilde tartışacağımız anlaşılıyor.
İlginç bir örnek şu:
"Şemdinli (Van) Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın Yüksek Hákimler ve Savcılar Kurulu kararıyla "meslekten ihraç edilmesi" haksızlıkmış.
Bu raporu hazırlayan AB uzmanları ortada bir haksızlık varsa bunun değerlendirileceği, gerekirse giderileceği yerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olduğunu bilmezler mi?
Yargının işine burun sokmak ne zamandan beri AB Komisyonu’nungörevleri arasına girdi?
İnsanın aklına ister istemez, AB Komisyonu Başkanı Manuel Barroso ile Genişleme Komiseri Olli Rehn’in AKP davası nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nekarşı yaptıkları küstahça müdahaleler geliyor. Acaba AB Komisyonu yetkilileri şimdi de AİHM’ye mi yol göstermeye kalktılar?
Tabii o kadarına cesaret edeceklerini sanmıyoruz. Ama Komisyon’unher dediğini "mahz-ı hakikat" yani "gerçeğin kendisi" gibi algılamaya da sebep olmadığına değinmek istiyoruz.
Bir başka örnek de Türkiye’de "Kürtçe öğrenme" olanağıyla ilgili:
Komisyon’a göre "Türkiye’nin azınlık hakları konusundaki (olumsuz) yaklaşımı değişmemiş"miş. Nitekim "Kürtçeye izin verilmişmiş ama yine de sınırlamalar söz konusu" imiş. Örneğin, "2003 yılında açılan Kürtçe kursları kapatılmış"mış.
Gerçekten o kursları devlet değil, ilgisizlik yüzünden bizzat açanlar kapattı. Bu bir.
İkincisi, "AB’nin Türkiye’de yeni azınlıklar yaratmak"tan amacı ne?
Gerçekten AB’nin böyle bir politikası var.
Hadi Lozan’la belirlenmiş ölçüte göre sadece "gayrimüslimlerin" azınlık sayılacağına ilişkin hükmü beğenmiyorlar diyelim. Ama onlar örneğin "Aleviler de azınlık sayılsın" diyorlar.
Oysa Türkiye’nin Alevi vatandaşlarının böyle bir derdi, böyle bir isteği yok. Tam tersine, "Biz bu ülkenin eşit bireyleri olmaktan mutluyuz. Başka bir statü istemiyoruz" diyorlar.
O zaman bakıyorsunuz AB kaynakları burada kendisini "Türk" hissederek yaşayan Çerkez kökenli yurttaşlarımıza akıtılmaya başlamış. Onlara, "Ne duruyorsunuz, harekete geçsenize" anlamına gelen maddi destek yağdırıyorlar. "Alın bu parayla kitap bastırın, haklarınızı koruyun" gibi suret-i haktan görünen politikalarla insanlarımızı kaşıyıp yara yapmaya çalışıyorlar.
Kimse de onlara sormuyor, "Sizin işiniz bu mu?" diye...
Tamam AB’ye üye olmak, o kulübün kurallarını kabul edip uygulamayı gerektirir.
Ama AB otoriteleri, "kulübün kuralı" diye kendi keyfi taleplerini bize kabul ettirmeye kalkarlarsa buna "evet" diyecek kadar enayi -ve kişiliksiz- olmaya da sebep yok.
Örneğin, Fener Patrikhanesi’nin tahrikiyle "Heybeliada Ruhban Okulu’nu tekrar açın" diyorlar.
Bir defa bunun AB kriterleriyle hiç ilgisi yok. Ama bir an var sayalım. O zaman Patrikhane’yeneden sormuyorlar, "Siz Türkiye’nin bir kurumu olduğunuza göre o okulun birüniversite bünyesinde açılmasına neden karşı çıkıyorsunuz?" diye.