SON olarak da “göreve gelmeden önce işlenmiş bir suça iştirak ettiği iddiasıyla hakkında işlem başlatılmış bir Cumhurbaşkanı yargılanabilir mi?” davası çıktı karşımıza.
Önce belirtelim:
“Cumhurbaşkanı yargılanabilir” diyenler kadar “yargılanamaz” tezini savunanlar da var.
Ama oraya gelmeden önce özetleyelim:
Konu bilindiği gibi Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın ve partinin bazı yetkililerinin "evrakta sahtecilik" yaparak partiye hazine tarafından verilmiş 2 milyon lirayı "cebe indirdikleri" iddiasıyla açılan davadan kaynaklanıyor.
Erbakan hakkında 2 yıl 4 ay hapis cezası kesinleşti. Partinin bazı il başkanları da hapis cezası aldı ama aynı dönemde Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Abdullah Gül hakkında dava açılamadı çünkü "dokunulmazlığı" vardı.
Gül cumhurbaşkanı olunca konu tazelendi, çünkü Anayasamıza göre Gül cumhurbaşkanı seçilince milletvekilliği sıfatı kalktı. O nedenle milletvekillerine tanınmış olan "dokunulmazlığı" da sona erdi.
Gerçekten Anayasa’da cumhurbaşkanının şahsi suçları nedeniyle soruşturulamayacağı yolunda bir hüküm yok. Sadece "görev" suçu olarak "vatan ihaneti" iddiasıyla suçlanabileceği bildiriliyor. O yüzden de Gül’ün görevden önceki bir suç nedeniyle "yargılanması" mümkün görünüyor.
Aksi tezi savunanlar, Anayasa açıkça "dokunulmazlığı vardır" demese bile Meclis dışından bakan tayin edilen kimseye "dokunulmazlık" zırhı nasıl veriliyorsa ondan dahaönemli konumda bulunan cumhurbaşkanına da aynı hak tanınmalı diyorlar.
Bize kalırsa Cumhurbaşkanı Gül’e düşen, hiç bu tartışmanın tarafı haline gelmemek olmalıydı. Keşke "Benim yargıya güvenim tamdır. Giderim adalete hesap veririm" deseydi, daha iyi ederdi.
Ama dünkü gazetelerde yayımlanan haberler Çankaya’daki havanın hiç de öyle olmadığını gösteriyordu.
Onun da hikáyesini özetleyelim:
Sincan Birinci Ağır Ceza Mahkemesi birkaç gün önce verdiği bir kararla, "Cumhurbaşkanı dokunulmazlıktan yararlanır" tezini kabul eden ilgili Başsavcılığın verdiği kararı kaldırarak, özetle "Anayasa cumhurbaşkanına açıkça dokunulmazlık tanımadığına göre yargılanması gerekir" dedi.
Buna Cumhurbaşkanlığı çok sert bir tepki gösterdi. Resmi bir açıklama yayımlayarak, kararı veren yargıcı "kötü niyetli" olmakla suçladı.
Tabii "yargıyı ve yargıcı" bu kadar açık bir şekilde suçlamayı kendine yakıştıran bir cumhurbaşkanının yukarıda dile getirdiğimiz beklentiye uyacağı düşünülemez.
Dahası bundan devletin başındaki kişinin bile yargıya güvenmediği gibi vahim bir sonuç doğar.
Peki diyeceksiniz, "Bundan sonra ne olur?"
Bu kararın normal sonucu Cumhurbaşkanı hakkında dava açılmasıdır. Ama Adalet Bakanı yasanın kendisine tanığı "olağanüstü" yetkiyi kullanır da Sincan Mahkemesi’nin verdiği kararın "Yasa yararına bozulmasını"Yargıtay’dan isterse, son kararı Yargıtay’ın ilgili Ceza Dairesi verir.