Gidiş

BEŞ yılı aşkın süredir dokunmadığı "türban" meselesine 16 Ocak 2008 günü cepheden girerek üç haftayı aşkın süredir kamuoyunu bu konuya kilitleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi nereye getirdiğine hiç dikkat ediyor musunuz?

Hemen vereceğiniz yanıt şöyle olabilir:

Kırk yıldır çözülemeyen türban meselesini büyük bir cesaretle ele aldı ve MHP’nin desteğiyle Meclise getirdi. Onunla da kalmadı. Anayasa’da yapılması öngörülen iki değişikliğin TBMM’deki birinci görüşmesi bitti. Geriye ikinci görüşmenin yapılması ve değişecek Anayasa maddelerinin yürürlüğe girmesi kaldı.

O da yapılır, ardından YÖK yasasının "türbanı resmen serbest bırakan" 17’nci maddesi yeni şekliyle yürürlüğe girerse mesele biter.

Biterse!

Görünen o ki pek bitecek gibi değil. Tam tersine geldiğimiz bu noktada Türkiye daha öncekilerle kıyaslanamayacak kadar ciddi ve derin bir bölünme sürecine girdi.

Görünürdeki sebep de, YÖK Başkan Vekili iken bu görevden önceki gün ayrılan Prof. Dr. İsa Eşme’nin ifadesiyle, yüksek öğrenim gören 600 bini aşkın kız öğrenci içindeki 3-5 bin türbanlının rahatlamasını sağlamak.

Kuşkusuz gerçek sebep o değil.

Herkes görüyor ki "türban" buz dağının ucudur.

Asıl yapılacaklar geride beklemektedir. Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan zamansız bulup kızsa da kendi dünyasından gelen öteki sesler gerçek niyeti ifşa ediyor.

Konya AKP Milletvekili Hüsnü Tuna’nın, "Hedefimiz, kamu hizmeti veren personelde de böyle bir yasağın olmamasıdır" şeklindeki sözü, AKP Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin’in -sonradan tevil etmeye kalksa da- 28 Ocak 2008 günü, "Kamuda çalışanların türban takması konusunu bugünden konuşmak yanlış olur. Çünkü konjonktür uygun değil" diye verdiği müjde (!?) AKP’li Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın "Hedefimiz kamu hizmeti veren personelde de böyle bir yasağın olmamasıdır" şeklindeki sözleri neyi ifade ediyor?

Görüldüğü gibi Tayyip Erdoğan’a yakın çevreler artık "Memur da ilk ve orta öğretim öğrencileri de kapansın" türü istekleri pervasızca dile getiriyorlar.

Tüm bunlar Türkiye düşmanlarının ellerini ovuşturarak keyifle izledikleri bir süreç başlattı. Daha önceki bölünmelerle kıyaslanmayacak kadar ciddi bir süreç bu. Çünkü içinde dine ilişkin değerlerin siyasi amaçla kullanıldığı gerçeği var.

Sağla sol çatışması, o dönemin konjonktürüne göre yükselir de kaybolur da... Maddi çıkarlara ilişkin bölünmeler, dengeler değişince uçar gider. Ama içine dinin girdiği bölünme kuşaklar boyu kapanmayan yaralar açar.

Nitekim üniversitelerdeki öğretim üyeleri bölündüler. Hukuk dünyamızdan, bölündüğünü ortaya koyan sesler geliyor. Yüksek Öğretim Kurulu daha şimdiden kamplara ayrıldı bile.

Böyle bir Türkiye’yi ne TBMM Başkanı’nın, "Türban Meclis’e girmez" türü sözü yönünden çevirebilir ne de TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün "Şikayeti olan bize gelsin" demesi çare olur.

Tek çare, Atatürk’ün kızı olduğunu düşünen kadınların örgütlenip bu gidişi durdurmasıdır.
Yazarın Tüm Yazıları