BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Başkan Bush’la görüşmek için yaptığı Washington gezisini izleyen meslektaşlarımızın önemli bir kısmının değerlendirme ve yorumlarını okuyunca zihnimiz ister istemez frenklerin kullandığı "euphoria" kavramına kilitlendi.
Bu bilindiği gibi yeterince sebep olmadan duyulan aşırı iyimserliği ifade eder:
Yaptınız her şey iyidir. Söyledikleriniz mükemmeldir. Aldığınız sonuç eşsizdir. Kısaca yanlış, eksik ne varsa sizin dışınızda veya karşınızdadır.
Dikkat edin... Hangi devlet büyüğü yabancı ülkeye gitse bizim medya "başarı" hikayeleriyle dolar taşar. Sonu da çoğu kez fos çıkar.
Doğrusu Türkiye Başbakanı’nın bir başka ülkeye yaptığı ziyaretin başarılı geçmesi, somut ve kalıcı sonuçlar alması hepimizi sevindirecek bir husustur.
Ama gerçek eğer öyle ise... Aksi halde daha önce sayısız defa örneğini gördüğümüz gibi, bugünkü aşırı iyimserlikler, yarınki derin hayal kırıklıklarını doğurur.
İyimser yorumların nedeni ne imiş?
İki liderin görüşmesi için bir saat ayrıldığı halde görüşme bir saat 45 dakika sürmüş. Bu Başkan Bush’un konuğuna verdiği önemin göstergesi imiş.
Başkan Bush’un Başbakanımıza planlanandan daha uzun vakit vermesi elbet iyi... Ama o, sonuç yönünden önemli değil. Önemli olan o süre içinde ne konuşulduğu, daha doğrusu ne gibi sonuçların garantiye bağlandığı...
Bu açıdan bakınca elde maalesef dişe dokunur bir şey görünmüyor.
Gerçi Başbakan Tayyip Erdoğan, görüşme sırasında Başkan Bush’un PKK’ya karşı mücadele konusunda "kararlı" olduğu izlenimi aldığını söylüyor.
O da iyi... Ama bu kararlılık Başkan Bush tarafından ifade edilirse iyi... Yoksa sonuç bizim (Basın Konseyi adına) geçen yılın mart ayında Sayın Başbakan’a yaptığımız ziyarete döner.
O zaman yeni Ceza Yasası’nın ifade özgürlüğüne aykırı hükümlerinin (bu arada halen pek tartışılan 301’inci maddenin de) düzeltilmesi için Başbakan’la Ankara’da yaptığımız görüşmeden biz de "iyimserlikle" ayrıldığımızı söylemiş ama sonunda hiçbir şeyin değişmediğine tanık olmuştuk.
Kuzey Kıbrıs’a Avrupa Birliği ve ABD tarafından uygulanan izolasyon politikasının bitmesi mi?
O konuda yeni bir şey yok.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde katkı ve destek mi?
Yeni bir şey orada da yok.
Ortadoğu’da işbirliği mi?
ABD belli ki Türkiye’den bir talepte bulunmamış. Türkiye’nin taleplerine karşılık olarak da baş sallamakla yetinmiş. Bir tek somut konu var:
"Kerkük’e özel statü verilmesini" istemişiz. Oysa onu ABD değil gelecek yıl yapılacak halk oylaması belirleyecek. Buna ABD ne diyebilirdi? "Oylama sonuçlarını değiştiririz, siz merak etmeyin" mi diyecekti?
Biz yorumları okuyup yayınları izleyince bu sonuçlara vardık.
İnşallah aldanıyoruzdur... Keşke aldansak da hep birlikte sevinsek.