BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan dün partisinin Meclis Grubu’nda yine Gazze konusunu ele aldı. İsrail’e ağır eleştiriler yöneltti.
Muhalefet partileri CHP ile MHP’nin de son günlerin olaylarıyla ilgili görüşü, temelde iktidar partisininkinden farklı değil. Çünkü hepsi de İsrail’in Gazze’deki harekátının "katliama" dönüştüğünde birleşiyor.
Peki fark nerede görülüyor?
Başbakan Erdoğan daha heyecanlı... Olayı bir uluslararası barış sorunu gibi değil, yakın akrabası vurulmuş bir insanın tepkisiyle ele alıyor.
Zaten Hamas’la yani Gaza bölgesini yöneten fiili güç ile İsrail’i aynı kefeye koymasından da bu anlaşılıyor. Çünkü uluslararası hukukun kurallarını ve gerçeklerini yok sayıyor. Örneğin Türkiye’nin, İsrail’i tanıyan ülkeler sıralamasında 3’üncü olduğunu göz ardı ediyor.
En önemlisi, bu üslupla yaptığı konuşmaların sokakta ne gibi sorunlar yaratabileceğini düşünmüyor.
Dahası, PKK’ya karşı yürüttüğümüz mücadelede İsrail’le yapılan işbirliğini yok sayıyor.
Yarın "Ermenilere soykırım yaptınız" iddiaları Kongrenin gündemine gelince ABD’deki Musevi lobilerinden yardım istemek zorunda kalacağını da düşünmüyor.
Bütün bunlarla "İsrail vursun, Erdoğan da sesini çıkarmasın" diyor değiliz elbette. Tam tersine İsrail’in Gaza’ya karşı yürüttüğü askeri harekatın giderek bir "insanlık suçu"na veya "savaş suçu"na dönüşmekte olduğunu söylemenin, buna tepki göstermenin herkese -özellikle siyasi iktidara- düşen bir insanlık borcu olduğunu söylüyor, savunuyoruz.
Ama bunun yolunun ve üslubunun İsrail’i yönetenlere:
"Biz, dedeleriniz, ecdadınız (15’inci asrın sonunda İspanya’dan) kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz" demek olmadığını söylüyoruz. Bunu çok kaba bir üslup olarak görüyoruz.
Keza Başbakan Erdoğan’ın -muhtemelen çok doğru bir değerlendirme ile- bu harekátı, 10 Şubat günü İsrail’de yapılacak parlamento (Knesset) seçiminden, sertlik taraftarı Benjamin Netenyahu’ya karşı zaferle çıkmak isteyen Başbakan Ehud Olmert ile onun yerine geçmesi beklenen Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin "seçim hesabı"na bağlaması doğru değildir.
Çünkü aynı silahı yarın birileri de Erdüoğan’a karşı kullanırsa çok rahatsız olur. Kaldı ki bugün kendisinin Hamas’a bu kadar canla başla sahip çıkmasının gerisinde 29 Mart’ta yapılacak seçim hesabı olup olmadığı da tartışmalıdır.
Başbakan Erdoğan’ın üslup özürlü olduğu bilindiği için bu konu üzerinde fazla laf etmenin belki de artık anlamı yok. Ama yeri gelmişken belirtelim ki, -dünkü konuşmasında da yapmış- devletin görevlilerinden söz ederken, onların layık olduğu sıfat ve unvana saygı gösteren bir üslup yerine babasının uşağından bahsediyormuş gibi konuşması çok yanlıştır:
Erdoğan bir bakandan söz ederken "Benim Bakanım", bir müsteşardan söz ederken "Müsteşarım" demekte, bir genel müdürü "Genel Müdürüm" diyerek anmaktadır. Nitekim dün de Başbakanlık Başdanışmanı Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nu son olaylarla ilgili olarak Ortadoğu ülkelerine gönderdiğini söylerken, "Şu an Özel Temsilcim Suriye’de" demiş.
Erdoğan ancak vekaletini verdiği avukatından "Özel Temsilcim" diye söz edebilir. Maaşını devletten alan hiçkimse onun ne "özel temsilcisi" ne de kendisinin "genel müdürü"dür.