Paylaş
Doğrusunu söyleyelim. Başbakan Erdoğan konuşurken insanları sürüklemeyi biliyor. Çünkü üslubunu sevmesek de kabul edelim ki iyi bir hatiptir.
Ama konuşma bitip de, “Şu sözlerini bir kere daha gözden geçirelim” dediğiniz zaman yaldızların pek çoğu sapır sapır dökülüveriyor.
“Pek çoğu” dememizin nedeni elbet övündüklerinin içinde ciddi doğruların da yer alıyor olması.
Örneğin AKP iktidarı döneminde, dış ilişkilerimizin, son belki 70 senedir görmediğimiz kadar aktif olduğu doğrudur. “Gazze”ye sahip çıkması, “İsrail’in güvenliğe ne kadar ihtiyacı varsa Filistin’in de o kadar hakkı olduğunu” vurgulaması, “İsrail’in elindeki nükleer silaha ses çıkarmayıp sırf İran’ın üzerine gitmeye isyan etmesi” bizce de yerindedir.
Keza “Türkiye’nin yarım asırlık Avrupa Birliği hayalinde en somut ve en çarpıcı gelişmeler bu dönemde, AK Parti döneminde yaşandı” şeklindeki sözleri gerçeği yansıtmaktadır.
Ancak o gelişmenin ardından izlenen politikalar ise Türkiye’nin AB’ye üye olmayı hiç istemediğini düşündürecek kadar terstir.
Nitekim Türkiye’nin AB nezdindeki itibarı bu yüzden hiç de iyi değildir. Onun da göstergesi Türk vatandaşlarının “vize” almadan hiçbir AB ülkesine girmesine izin verilmediği halde, AB ile ilişkisi bizden geride olan Sırbistan vatandaşlarının vize almadan her istedikleri AB ülkesine giriyor olmasıdır.
AB’ye üye olmaya kararlı bir ülkenin Başbakanı son dört sene boyunca bir tek olsun gerçekten “demokratikleştirici” reform yapmazsa burada bir içtenlik olduğundan kuşku duymaz mısınız?
Nitekim, “yargı bağımsızlığını güçlendirmek gerektiğini” söyleyen AB’ye “evet” diyen ama tam aksi yönde projeler hazırlayan hükümetin samimiyetine nasıl inanırsınız.
Fakat Başbakan’ın dünkü konuşmasının en çarpıcı yanı bize kalırsa başta “Kürt” kökenli insanlarımız olmak üzere herkese “hoşgörü” ve “kadirşinaslık” dersi veren sözleridir. Nitekim, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş’ı, Pir Sultan’ı, Hacı Bayram Veli’yi Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Sabahat Akkiraz’ı, Tatyos Efendi’yi, Cem Karaca’yı, Ahmet Kaya’yı, Mehmet Âkif’i, Nâzım Hikmet’i ve Said-i Nursi’yi sayıp, onlarsız bir Türkiye’nin “eksik” kalacağını söylüyor.
Ama halkın gerçekleri öğrenmesinin en temel aracı olan basın susturulursa Türkiye’nin eksik kalmayacağına inanıyor.
En güzeli de o konuşmada “Bu topraklarda hoş görülmeyen yegâne şey, hoşgörüsüzlüktür. Tahammül edilmeyen yegâne şey, tahammülsüzlüktür” diyor.
Paylaş