ŞİMDİ hepimiz “Bu sorun bir an önce çözülsün” sevdasına düştük ya... Bekleneceği gibi her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Ama bunların biraz ipe sapagelir türden olmasını da insan bekliyor. Örneğin bakıyorsunuz biri çıkıp “Ölen PKK’lıların analarına devlet para yardımı yapsın” diyebiliyor.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) de Abdullah Öcalan’ın "muhatap" alınmasının "zorunlu" olduğunu ilan etti.
Bunlar sanki Türkiye’de değil de "ay"da yaşıyorlar... Ya da "çözüm, mözüm" değil düpedüz "Bu iş böyle devam etsin" istiyorlar.
Sadece bu örnekler bile yıllardır yaşamakta olduğumuz "terör" sorununu çözmenin ne kadar zor ve hassas bir konu olduğunu göstermeye yeter ama, zorluk elbet ondan ibaret değil.
Bir defa "metot" ne olacak?
Sayalım ki el altından birileriyle temas kuruldu. Mutabık kalınacak noktaya gelindi. Bu mutabakat metnini yaşama geçirmek üzere hükümet de gerekli kararları verdi ve kamuoyuna açıkladı.
Ana muhalefet başta olmak üzere diğer muhalefet partileriyle ve kamuoyunu etkileyecek güçteki kanaat önderleriyle temas kurmadan, onları "varılan çözüm formülünün en doğrusu olduğuna" ikna etmeden açıklanacak karar, doğduğu gün ölmeye mahkûm olur.
Demek ki süreci çok iyi ve dikkatli bir şekilde yönetmek lazım. Onu bunu haşlayarak değil.
İkincisi... Tamam bir şeyler üzerinde sayalım ki gizli mutabakat sağlandı.
O zaman sıra "içeriğe" gelir.
İçerik konusunda hassas olunacak noktalar var:
Şimdi Ergenekon sanığı olarak tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in PKK’ya sempati duyduğu yıllarda bir gün bizi ziyarete geldiğini... O konuşma sırasında "Kürt halkı" deyimini kullanınca kendisine "Bu deyimi bir daha kullanma, çünkü o deyim olayı çığrından çıkarır, ’Türk halkı’ kavramının karşısına bir de ’Kürt halkı’ kavramı koyar. Onu ’Kürt halkının hakları’ davası izler. Onunla da kalmaz başka ’halk’lar yaratır" dediğimizi anımsarız.
Perinçek her şeyi o zaman da herkesten çok iyi bildiği için sözümüzü ciddiye almış gibi görünmemişti.
Nitekim bugüne kadar bu sütunda ne "Kürt sorunu" ne de "Kürt halkı" deyimi kullanılmıştır.
Şimdi bakıyoruz herkes aklına gelen her deyimi, önünü ardını düşünmeden kullanıyor.
Bu deyimleri kullandığınız dakikada, "tek başına Türkiye’nin iradesi" lafını unutmanız lazım. Çünkü artık o iradenin karşısına bir başka iradeyi siz koymuş olursunuz.
Çözüm Türkiye’de yaşayan tüm insanların "özgür" olmasından, "kültürel haklarını ve kimliklerini korumalarından", "tüm insanlarımızın siyasal haklarının eşitliğinden" mi geçiyor?
Bunu öyle "şu halk", "bu halk" diyerek değil, tüm bireyler için getirir uygularsınız.
Neden öyle yaptın diyene de "Git Amerika’ya bak! Hispaniklere, Afrikalı Amerikanlara (zencilere) ayrı ayrı hak mı veriyorlar?" diye sorarsınız.