Paylaş
Aslında dünün iki temel olayından biri -ve herhalde önemlisi- Orgeneral Başbuğ’un sözleri, diğeri İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın malum “Açılım” konulu basın toplantısıydı.
Atalay’a fırsat çıkınca değiniriz. Çünkü Başbuğ’un Trabzon’da söylediklerinin daha fazla dikkat çekici nitelikleri var.
Başbuğ’un “Bu konuşmayı özellikle Oruçreis Firkateyni’nde yapmasının özel bir anlamı olduğuna” değinmek gereği duyması hedef aldığı çevrelere yanılmıyorsak, “Bu gidişle birbirimize başka bir dille hitap etmek zorunda kalabiliriz” mesajı vermektedir.
Başbuğ’un “Terör olaylarını Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirmeyi, PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir. Ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır. Bizi en çok üzen ve yaralayan noktalardan biri, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bizlere canları emanet edilen Mehmetçikler üzerinden kanlı hesaplar yapabilenlerin olduğunun düşünülmesi, ileri sürülmesi konusudur” şeklindeki sözleri, hedef aldığı kesimleri açık olarak ortaya koymaktadır.
Başbuğ’un sözlerine katıldığımızı vurgulamalıyız. Gerçekten, özellikle PKK’nın Reşadiye’de pusu kurup 7 askeri şehit etmesi ardından yapılan “rezilce” yorumlar yapıldı. “Bu olayın aslında, siyasi iktidarın izlediği barışçıl politikaları (Açılımı) sabote etmek isteyen Silahlı Kuvvetler’in tertibi olduğu” yakıştırmaları yazıldı. Hatta “33 erin 1993’te aynı tür bir tertiple PKK’nın önüne itildiği” anlamına gelen imalarla PKK’nın “Dağlıca” baskınına nerdeyse Silahlı Kuvvetler ortak gösterildi. Belli ki Başbuğ’un hedefinde bunlar vardı.
“Yargının gizli tanıklardan ve imzasız ihbar mektuplarından gelen bilgiler üzerinde daha dikkatli ve titiz davranmasını” isteyen uyarı da kuşkusuz önemliydi ama gördüğümüz o ki Başbuğ, asıl mesajını yukarıda değindiğimiz kesime veriyordu.
Başbuğ’un tavrının “Başka bir dil kullanmaya mecbur olabiliriz” anlamına geldiğini söyleyen biziz. Bu tavrın “doğru” olup olmadığını tartışmıyoruz. Ama Başbuğ’un “patlamasına ramak kalmış bir basınçlı tencere” gibi zor durumda olduğunu hissediyoruz. O nedenle yaptığı konuşmanın hem o basıncı azaltan supap işlevi gördüğünü hem de muhataplarına “Bizi çaresiz bırakmayın” uyarısında bulunduğunu düşünüyoruz.
“Çaresizlik psikolojisinin” çağrıştırdığı hiçbir şeyin doğru olmadığını ve olmayacağını açıkça belirtelim. Çünkü Başbuğ da, siz de ben de hangi sıkıntımız ve sorunumuz olursa olsun çare yine de “hukuk”tadır. Nitekim Başbuğ da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hukuka bağlılığını vurguluyor. O yüzden olacak insafı, ahlakı olmayanları yine de insafa ve ahlaka davet ediyor.
Paylaş