YILIN bu günlerinde biz başka ülkelerde pek olmayan -veya bizim olduğunu bilmediğimiz- törensel olayları yaşarız.
Çünkü Silahlı Kuvvetlerimizin üst kademesindeki değişiklikler ve özellikle terfiler, kamuoyunda ilgiyle izlenir.
İtiraf edelim ki biz bunu biraz abartılı buluruz. Ama sakıncalı saymayız.
Nihayet bu ulusun geleneği de budur.
Dahası... Nasıl 6 Eylül’de yeni adli yılın açılışı nedeniyle "Yargı" hem kendi hem de ülke sorunları ile ilgili görüşlerini dile getiriyorsa aynı şey Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın yıldönümlerinde yaşanıyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri de 30 Ağustos’ta aynı şeyi yapıyor denebilir.
Ancak bu yılın törenlerinde veya törenlerin kamuoyuna yansıtılmasında galiba daha seçici davranıldı, o yüzden örneğin tuğgeneral rütbesindeki komutanların söylevlerini öğrenemedik.
Bizce iyi oldu. Çünkü Silahlı Kuvvetler’inen büyük komutanı olan Genelkurmay Başkanı’ndansonra ötekilerin de iman tazeler gibi nutuk vermelerinde pek de anlam yoktu.
Nitekim yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ bu açıdan kendisine düşeni fazlasıyla yaptı.
Fazlasıyla kelimesini özenle kullandık. Çünkü Sayın Başbuğ’un konuşmasında "Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu iç ve dış tehlikeleri" sayarken bunlardan "anayasal rejimle" ilgili olanlara değinmekten memnun olduğunu sanmıyoruz.
Ama aynen Doğan Güreş, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt gibi onun da, "Laiklik ilkesinin, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olduğunu" vurgulamak gereğini duyması, laikliği "Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşı" olarak nitelendirmesi, kendisini bunları söylemeye mecbur hissetmesinin sonucudur.
Ötekiler gibi Başbuğ’u da buna mecbur eden, -en az- son 20 yıldır Türkiye’yi yönetenlerin Cumhuriyet’in temel değerlerini yok etmeye çalıştıklarının bilinmesidir. Bu konuda muhalefetin -özellikle CHP’nin- ve sivil toplum örgütlerinin uzun süre duyarsız kalması da ikinci etkendir. Gerçek şu ki Silahlı Kuvvetler yıllardır, onların bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışmaktadır.
Nitekim Başbuğ hálá siyasi partilerin üzerinde durmadığı "cemaatlerin güçlenmesi" konusuna değinmekte, bunların "ekonomiyi güçlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye" kalkıştıklarına dikkati çekmektedir.
Biz daha somut konuşalım:
Cemaatler bugün Türkiye’nin en ücra yerleşim yerlerine kadar örgütlenmiş durumdadır. Her il ve ilçenin ve her bölgenin sorumluları bellidir. Nitekim hem "yaygın" anlamda yani mahalle bazında hem de "örgün" anlamda yani "orta ve yüksek öğrenim" dönemindeki çocuklara dönük olarak müthiş bir taraftar kazanma faaliyetini tüm hızıyla devam ettirmektedirler.
Bu faaliyetin bir gün "laik rejimi devirmeyi" hedeflediğini görmeyenler kör değilse haindir.