OYLAMAYA üç gün kala, "doğru olan şudur" demenin bir yarar sağlayacağını sanmıyoruz.
Nitekim İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü için adaylığını koyan 13 profesör, aylardır yürüttükleri kulis faaliyetini, hız kesmeden sürdürüyorlar.
Demokrasi, gerekli koşulları taşıyan herkese "aday olma" hakkı tanıdığına göre denecek bir şey yok.
Yok ama, bunun dışında bazı gerçekler var:
Daha önce de yazdığımız gibi İstanbul Üniversitesi,Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı’nın bile tam olarak söyleyemeyeceği kadar çok sayıdaki "üniversite"lerimiz içinde özel bir yere sahiptir. Deyim yerindeyse "amiral gemisi" konumundadır.
Görevini her zaman konumuna uygun bir şekilde yerine getirebilmiş midir sorusuna gönül rahatlığı ile "Evet" yanıtı vermek mümkün değildir. Ama yine de "amiral gemisi" hálá o’dur.
Amiral gemisi, öteki gemilere yön verme yetki ve etkisine sahiptir.
O nedenle bu üniversitenin rektörünü seçmek üzere sandık başına gidecek olan 2400 kadar öğretim üyesinin üzerindeki sorumluluk, bir "X" üniversitesininkinden çok farklıdır.
Aday olan 13 öğretim üyesi keşke, şimdi oy verecek öğretim üyelerinden beklediğimiz sorumluluğu göstermiş olsalar ve demokrasilerde "iddia sahibi" olmak kadar "özveri sahibi" olmanın da önemli bir yer işgal ettiğini görselerdi.
Ve bazıları, "Yaptığım yoklamalarda bana destek vaat edenlerden bir kısmının sırf nezaketen bu sözü söylediğini anlıyorum, o nedenle benimle aynı yaşam anlayışını, aynı bilim adamı duyarlığını paylaşan ve benden daha güçlü bir şekilde seçime katılan şu aday lehine çekiliyorum" diyebilseydi.
Yarışın başında çekilen Prof. Dr. Emin Darendeliler dışında böyle bir örnek -varsa da- göremedik.
Oysa gidin, aynı öğretim üyeleriyle bir başka örnek üzerinden bu konuları konuşun. Aynı yaşam anlayışlarına sahip birkaç partinin aynı yerde, aynı sandalye için seçime girmesi karşısında ne düşündüğünü sorun.
Size çok muhtemelen, "Aralarında hiç de önemli bir fark yok. O nedenle zayıf parti seçim mücadelesinden çekilip güçlü olanı desteklese memlekete çok daha yararlı olur" yanıtı verirler.
Çünkü biz, "doğru" olanı başkalarında ararız. Sıra kendimize gelince, aynı terazide tartılmaya razı olmayız.
Aslında bu tabloyu İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak da eminiz görüyordu. Oylar arasındaki bölünmenin, bilim dünyamızın amiral gemisini gerici bir zihniyete teslim etme tehlikesine davetiye çıkaracağını biliyordu. Tüm üniversitede bir "önseçim" oylaması yapmasında yasal veya ahlaki açıdan hiçbir engel yoktu. Nitekim böyle bir öneri -yanlış bilmiyorsak- kendisine götürüldü. Ama yapmadı. Çünkü seçimde kendisi -gereksiz yere- "taraf" oldu.
Şimdi 13 adaydan 12’si birbirinin oyunu kıracak. Adaylardan sadece biri, bunun avantajını yaşayacak. Böylece çok muhtemelen, yasa gereği ismi Yüksek Öğretim Kurulu’na (YÖK) sunulacak 6 isim arasında yer alacak.
Ve böyle bir sonucu bekleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül işte o adayı rektör olarak atayacak.