OLAY bir bakıma sembolik. Öteki açıdan bakınca da itiraf edelim ki nahoş! Doğrusu "önemli" denecek kadar da dikkat çekici.
Önemli derken aklımızdan "Acaba buna benzer bir örnek anımsıyor muyuz?" sorusu geçti. Bu soruya verdiğimiz yanıt "hayır" oldu.
Bugün "Hürriyet"te okuyacaksınız:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül -bir süredir uygulanan kamuoyuna şirin görünme kampanyası cümlesinden mi bilmiyoruz- devletimize uzun süre hizmet edip emekliye ayrılmış büyükelçilere bir jest yapmak istemiş.
Onları 22 Şubat 2008 tarihinde Çankaya Köşkü’nde düzenlenen bir törene davet etmiş. Törende bu eski büyükelçilere, üzerinde "Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak yaptığınız katkılardan dolayı teşekkür ederim" ifadesinin yer aldığı küçük bir gümüş tabak hediye edilecekmiş. Sonra da Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile Müsteşar Ertuğrul Apakan’ın, emekli büyükelçileri yemekte ağırlaması planlanmışmış.
Lakin bu daveti alan 60’ı aşkın büyükelçinin yarıdan fazlası "davete katılmayacağını" bildirince tören programdan çıkartılmış.
Verilen bilgiye göre büyükelçilerden bir kısmı, "Başında kim olursa olsun, devletin en üst makamının davetine icabet edilir" anlayışından hareket ederek, çağrıya "evet" demiş. Ama katılmayanlardan bazıları, "Sayın Abdullah Gül’ü Çankaya Köşkü’nde görmeyi içine sindiremediği için" çağrıya "hayır" demişmiş. Kiminin o tarihte yurtdışında olmak gibi meşru mazereti varmış. Ama kimi de kendisine -yanlış anlamadıksa- Gül’ün Dışişleri Bakanlığı sırasında yapılan haksızlıklara tepkisini göstermek için çağrıyı reddetmişmiş.
Bu son kategorinin tavrını kesinlikle yanlış buluyoruz.
Yanlış buluyoruz, çünkü onlar Abdullah Gül’e değil, "devlete" hizmet veriyorlardı. O sırada hakları yendiyse devletin sağladığı "hak arama" yollarına başvurmaları gerekirdi. Her halükárda onlardan beklenen "darılmak", üstelik bunu hizmetten ayrıldıktan sonra dile getirmek değildi.
Ama büyükelçilik yapmış kişilerin öteki gerekçelerle başvurduğu protesto, sokaktaki 15-20 kişilik bir grubun protestosu ile eşdeğer değildir. Çünkü onlar hizmette iken doğruca hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hem de o devletin başı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı’nıtemsil etmiş kişilerdir.
Bu nitelikteki insanların çoğu eğer Cumhurbaşkanı’nınçağrısını geri çeviriyorsa, ortada bizzat Cumhurbaşkanı’nında "acaba bir yerde yanlış mı yaptık?" diye düşünmesini gerektiren bir durum var demektir.
O noktada karşımıza, "Bu Cumhurbaşkanı, bu Cumhuriyet’in kimliğine, temel felsefesine gerçekten sahip biri mi?" sorusu çıkmaktadır.
O soruyu kamuoyunu tatmin edecek şekilde yanıtlamak da, bu soruları çoğaltmak da Sayın Abdullah Gül’ün elindedir.
Gerçek şu ki Sayın Abdullah Gül’ün seçildiği tarihten bu yana izlenen performansı bu açıdan -çok açık söylüyoruz- tatmin edici değildir.
Buna rağmen kanımız o ki, doğru olan, "Devletin en üst makamından gelen davete icabet edilmesi gerekir" bakışıyla davete "Evet" diyenlerin hareket tarzıdır.
Çünkü "meşruiyetini" tartışamıyorsanız, size düşen devletin düzenine ve sembollerine saygı göstermek olmalıdır.