ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin’in ağzından bal akıyordu önceki akşam... HaberTürk TV’nin bir programında Özay Şendir ve Balçiçek Pamir’in sorularını yanıtlarken zannettik ki "Hukuk devletine saygılı, adaletin bağımsızlığından yana" bir hükümetin Adalet Bakanı konuşuyor.
Oysa gerçeği o da biliyor, biz de...
Yayında gazeteciler bir anketin sonuçlarını ekrana getirdiler. Buna göre katılımcıların yüzde 73’ü "Yargıya güvenmiyorum" demiş. "Yargıya güveniyorum" diyenlerin oranı ise yüzde 27 imiş.
Vahim bir durum değil mi?
Zaten Sayın Bakan da sonuca itiraz etmedi.
Çare olarak saydıklarını dinleyince, "Belli ki hiçbir şey düzelmeyecek" dedik.
Çünkü çözümü sorunun özünde değil, ayrıntılarda arıyor. Örneğin "dava dosya sayısını azaltmaya" bakıyor. "Bilgisayar ortamındaki iletişim sayesinde işlemlerin hızlanmasına" bel bağlıyor.
Ama kurucusu olduğu partinin programındaki, "Önce adaletin bağımsızlığını sağlamak gerekir" diyen taahhüdü hiç anımsamıyor. Aslında "savcı"ya ait olan soruşturma yetkisini polisin eline bırakan bugünkü kuralları değiştirmekten söz etmiyor. "Adli kolluk" kurulmadıkça bu yönde ciddi bir adım atılamayacağını bildiği halde değinmiyor. "Savcılık" ve "Yargıçlık" mesleğine kabul edileceklerin seçiminde siyasetin yahut cemaatin etkili olmasını engelleyecek, "bilgi ve liyakati" esas alacak düzenlemelere ihtiyaç olduğunu söylemiyor.
"Telefon dinleme" yasayla ve ona dayalı yönetmelikle sağlam kurallara bağlanmışmış. Sayın Bakan onu söylüyor.
Örneğin bir insanın telefonunun dinlenebilmesi için onun "suç işlediğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin" var olması ve "başka türlü delil elde edilmesine imkan bulunmaması" şart imiş. "Dinleme"nin "yasal" olması için yargıçtan "her kişi için ayrı" karar almak şart imiş.
Dahası, dinlenecek kişi hakkında "insan ticareti", "işkence", "çocukların cinsel istismarı", "uyuşturucu madde imal ve ticareti", "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak", "ihaleye fesat karıştırmak", "silahlı örgüte silah sağlamak" ve "zimmet" gibi bir suçu işlediği konusunda "ciddi şüphe" olmadıkça bu karar alınamazmış.
İyi de... Dünkü gazetelerde çıktı:
Meğer gazeteci Fehmi Koru 29 Ocak 2008 tarihli yazısında "Veli Küçük’le Hüsnü Özyeğin’in ilişkisi var" türü bir şey yazdığı, öteki gazeteci Şamil Tayyar da 15 Şubat 2008 günü katıldığı bir televizyon programında "Hüsnü Özyeğin yasadışı ticaretten kaynaklanan alacaklarını Veli Küçük aracılığıyla tahsil ediyordu" dediği için Hüsnü Özyeğin’in telefonları 3 ay süreyle dinlenmiş.
Sormaya değmez mi, "kuvvetli şüphe"nin karinesi bu iki gazetecinin yazısı mı oluyor?
Bu örnek tek olsa mesele yoktu. Bakan da, biz de biliyoruz ki dün "JİTEM"cilerin yaptığı neyse bugün "telefon dinleme" ile ilgili yetki kullananların yaptığı da odur.
Dünyada hiçbir gerçeğin gizli kalmayacağına ilişkin özdeyiş doğruysa, bir gün bu uygulamalara ilişkin gerçekler de ortaya çıkar.