BİZ gazeteciler "olaylı" günlerde daha bir diriliriz.
Öyle günde "gazeteci" yanımız heyecanla ayağa kalkarken "insan" yanımız kan ağlar. Çünkü bunlar genelde olumsuz olaylardır. İnsanları üzen haberleri verirken hem işimizi yapar hem de gizli bir suçluluk duygusu hissederiz.
Ama "iletişim"cinin kaderi budur.
Dün öyle bir gündü. Sabah yataktan kalkar kalkmaz, 9 yiğidimizin alçakça düzenlenmiş bir tuzağa düşerek şehit olduğu haberiyle sarsıldık. Onu Hakkári’deki 10’uncu şehit izledi.
O yavrularımız için hangi övgü kelimesini yazsanız yetersiz kalırsınız. Ama ne yaparsınız ki terörle mücadelenin masum insanlara da ödettiği bir bedel var.
Aynı gün Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bir süredir kamuoyunun beklediği basın toplantısında daha önce eşine pek rastlamadığımız kadar açık ve içtenlikli bir tavırla kamuoyunun merak ettiği her konuya yanıt verdi.
Devam etmeden belirtelim:
Harp Akademilerinde 14 Nisan günü yaptığı konuşma nedeniyle yaşanan "Gazeteci ayağa kalkar mı kalkmaz mı?" sorusuna, 19 Nisan 2009 günü bu sütunda çıkan yazıdaki tavsiyeye uygun şekilde davranıldığı için de biz memnun olduk.
Okuyanların anımsayacağı gibi o yazıda gerekçesi açıklanarak, "Sayın Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un bu ayın sonunda yapacağı basın toplantısına katılacak gazetecilerin Sayın Başbuğ salona girdiği zaman ayağa kalkmaları yanlış olur" denmişti.
Basın toplantısı konularını ele alma şansına bugün sahip değiliz. Fırsat olursa önümüzdeki günlerde onları tartışırız ama açık bir gerçek var:
Birtakım hasta beyinliler ne derse desin, Başbuğ dün yine, "hukuk devleti kurallarına saygılı, demokrasiye ve Cumhuriyet’in temel değerlerine bağlı bir Genelkurmay Başkanı" idi.
Üçüncü olay, eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün canına kasteden iki (bir iddiaya göre üç) alçağın düzenlediği suikast idi.
Sebep, Hikmet Sami Türk’ün 20 Aralık 2000 günü yapılan ve "Hayata Dönüş" adı verilen operasyonun sorumlusu olarak görülmesi imiş.
Hayata Dönüş operasyonu başta DHKP-C isimli terör örgütü mensupları olmak üzere çeşitli örgüt üyesi mahkûmların, Ceza ve Tevkif Evleri’ndeki egemenliğine son vermişti.
Türk önce ceza ve tevkif evlerindeki insanların haklarını koruyucu yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi. Ama bunlar oradaki çetelerin hoşuna gitmedi.
Sonra "cezaevlerini devletin egemenliği altına alma" çalışmasını başlattı. Asıl günahı, her türlü kanunsuzluğa son vermekteki kararlı ve cesur tavrı idi. "Hayata Dönüş" operasyonunda o yüzden güç kullanmak zorunluluğu vardı. O arada belki bazı masumların da canı yandı ama sorun da çözüldü.
Bir önemli olay da dün Meclis’teyaşandı. Barack Obama’nın hatırına Ermenistan’la muhabbet kurarken meğer "1915 olaylarını inceleyecek ortak komisyon eğer ’soykırım olmadı’ derse, Ermenistan’ın yine de soykırım olmuştur deme hakkını elinde tutmasına" razı olmuşuz. CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ dün Meclis’te bunu Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a sormuş. O da "yok" diyememiş.
Hani bizim "kırmızı çizgiler" çizen bir hükümetimiz var ya... İşte bir örnek daha.