HER şey akla gelirdi de, Anayasa’nın, "Herkes haberleşme hürriyetine sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır" diyen 22’nci maddesinin, Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından çiğnenmesine Bakanlığın izin vereceğini kimse düşünemezdi.
Türkiye öyle bir uyduruk "hukuk devleti"dir ki, bu gerçeği üstelik bizzat Bakanlık,"Teftiş Yönetmeliği"nde itiraf ediyor.
Konu biraz teknik nitelikli olduğu için izninizle bir açıklama yapalım:
Anayasa’nın 22’nci maddesi yukarıdaki hükmü koyuyor ama elbet bir suçla ilgili soruşturma varsa, "ilgilinin telefonu dinlenemez" demiyor. Tam tersine, Cumhuriyet Savcısı yetkili yargıca başvurup o kişinin telefonlarının dinlenmesi için karar alınca yasal dinleme yolunu açık tutuyor.
Ama hem bu kararın alınması için "zaruret" olması lazım hem de alınan karara rağmen ortada bir suç olmadığı anlaşılırsa telefonu dinlenen kişiye savcı tarafından bu konuda bilgi verilmesi ve dinleme ile ilgili tüm verilerin imha edilmesi lazım.
Bunlar yasanın dedikleri ama onlara da uyulmaz. Uymayanlara da -kural olarak- kimse bir şey yapamaz.
Nitekim Mayıs 1998’den Mayıs 1999’a kadar olan sürede Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün yasalara aykırı bir şekilde Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı gibi en önde ve en dokunulmaz sanılan makamlar dahil- tam 963 telefonu dinlediği ortaya çıktı, sorumlular yargılandı ama bu kanunsuzluk önlenemedi.
Aslında önlenemezdi, çünkü yasaya aykırı dinleme yapma talebi -aynen Adalet Bakanlığı müfettişlerine yetki verilmesini isteyen Bakanlık gibi- en üst makamlardan geliyordu.
Üstelik böyle tek tek kişileri kanunsuz şekilde dinlemek tatmin etmediği için Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Hákimliği 12 Ocak 1995 tarihinde, "Emniyetin tüm Türkiye’de istediği kişiyi, mahkemeden ayrıca karar almadan dinlemesine" izin vermişti.
Sonra, sözde "gizli dinleme" işindeki başıbozukluğu önleme gerekçesiyle Türkiye Telekomünikasyon Kurumu kuruldu. Yetki oradaki İletişim Dairesi Başkanlığı’na bırakıldı. Ama o da işe yaramadı. Çünkü tüm dinlemeleri tek elde toplayacak bu daireyi kimse "takmadı". Hem Emniyet Genel Müdürlüğü, hem de Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı yargıya filan başvurmadan her istediği kişiyi dinlemeye devam etti.
Aynı şekilde keyfi dinleme yetkisini Jandarma Genel Komutanlığı da isteyince, ona engel olundu.
Bu konudaki keşmekeş tüm kepazeliğiyle sürüp giderken karşımıza bir de yargıç ve savcıların telefonlarının Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından dinletilebileceği meselesi çıktı.
Tamam, yasalara göre suç işlemiş ise elbet yargıçların da telefonu dinlenebilir. Ama bu "disiplin soruşturması" için değil, yasaların suç saydığı eylem için geçerlidir.
Gerçekten "tuzun koktuğu" bir Türkiye’yi yaşıyoruz. Yok mu bunun bir çıkış yolu?