Paylaş
Görevi Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliğiymiş. Arkadaşımız Zeynel Lüle’nin dünkü Hürriyet’te yayımlanan haberine göre, verdiği
bir raporda “Türkiye’de azınlıklara karşı ayırımcılık yapılıyor” demiş. Keza “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü de ayrımcı bulmuş.
Önce belirtelim... Her rapor gibi kuşkusuz Bay Hammarberg’in raporunda da bazı “doğru saptanmış gerçeklerin” bulunması tabiidir. Örneğin Türkiye’deki gayrimüslim (çoğunca da Rum ve Ermeni) azınlıklara ait taşınmaz malların bu azınlık vakıflarına veya gerçek sahiplerine iadesi konusundaki istekler bizce çok yerindedir. Bunları iade etme konusunda Türk devletinin ayak sürümesi, engel çıkarması ve hatta bir kısmının üstüne yatmaya kalkması ayıptır. Kendisine “hukuk devleti” niteliğini yakıştıran hiçbir devlet böyle bir “haksız mal iktisabını” hiçbir medeni ortamda savunamaz.
Bir örnek daha verelim:
Bay Hammarberg’in dediği gibi ilkokula başlayan her çocuğa her törende ve her fırsatta, “Türk’üm! Doğruyum! Çalışkanım!”la başlayan andı tekrar ettirmek bize de bugünün gerçekleri içinde gereksiz görünüyor. Oradaki “Türk’üm”ü birileri kendi kimlik bilincine ters buluyorsa ona da saygı göstermek lazım.
Ama “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü Bay Hammarberg’e ve onun gibi itiraz edenlere neden batar, anlayamıyoruz. Öyle ya “Türk’üm” demekten mutluluk duymuyorsan demezsin. Kendini “ne” hissetmekten mutlu oluyorsan sen de onu söylersin, olur biter. Şunu da unutmaman gerekir:
Sen “Türk’üm” demedin diye “mutsuz” olacak kimse çıkmaz.
Ama sen o sözdeki “Türk” kavramının hiçbir “etnik” içerik taşımadığını göremiyorsan, o sözü hastalıklı bir beyin yapısıyla rahatsız edici bulursan çare o sözle kavga etmekte değil muhakeme ve değerlendirme sistemini tedavi ettirmektir.
Gelelim konunun öteki boyutuna:
Avrupalı kardeşlerimiz Türkiye’deki bir kısım “çifte standart” uygulamasını gördükleri gibi kendi dünyalarındakileri de görseler, içimiz yanmayacak. Hatta tam tersine bu tür raporları ve eleştirileri biz de yürekten destekleyeceğiz.
Örneğin Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan hâlâ kendi ülkesindeki Türk kökenli insanları Türk olarak tanımaz. Onları sadece “Müslüman” sayar.
Hadi bunu Lozan’a dayanarak öyle sayıyor diyelim. O halde o Müslümanlara kendi müftülerini seçme hakkını tanısana! Onu bile çok görür. Ama kimse bu yanlışı engelleyemez.
Avrupa Birliği bizim camilerdeki hutbelerde “Allah’ın katında tek dinin İslam olduğu” sözüne bile itiraz eder. Ama onlarınkine kimse karışmaz. Onlara göre “din özgürlüğü çok önemli”dir. Ama Müslümanların özgürlüğünü kısıtlamakta sakınca yoktur.
Böyle muhabbetten siz sıkılmadınız mı?
Paylaş