Paylaş
Sanki Atatürk bu ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmakla, yepyeni ve onurlu bir devlet kurmakla, Osmanlı İmparatorluğu’nun bıraktığı halk yığınlarından bir ulus inşa etmekle hepimize kötülük yapmıştı.
İhtimal öyle bir izlenimin tepkisiyledir. Ege Cansen dostumuz Hürriyet’te dün yayımlanan yazısında “Bilinçli olarak tasarlanmamış olsa bile 87 yıl önce kurulan Cumhuriyet aslında muhteşem bir demokrasi projesidir” diyordu.
Cansen’in yazısındaki diğer görüşlere değinecek değiliz. Çünkü hepsine katılıyoruz. Ama 1946’dan beri kâh batarak kâh çıkarak yaşatmakta olduğumuz “demokrasi projesi”ni “belki de bilinçsizce” başlatılmış bir sürecin ürünü gibi görmesine karşıyız.
Daha önce de yazdık. Bize göre Türkiye Cumhuriyeti (veya Devleti) bugüne kadar üç evreden geçti.
Birinci evre 19 Mayıs 1919-10 Kasım 1938 arasını içeren Devrimler Devleti dönemiydi.
İkinci evre, 10 Kasım 1938’le 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği 9 Temmuz 1961 arasını içeren Kanun Devleti dönemi.
Üçüncü evre ise, 9 Temmuz 1961’den sonra başlayan ve bugünümüzü de içine alan Hukuk Devleti dönemidir.
Birinci evreyi aldığı sonuçlar dışında hiçbir teraziye koyamazsınız. Çünkü her devrim sürecinin itiraza değer yanlışları olur. Önemli olan o sürecin sonuçlarıdır. Karar o sonuçlara bakarak verilir.
Ama her üç süreci birlikte inceleyince görürsünüz ki bu ulusu bir gün “demokratik rejime kavuşturma” amacıyla çelişen -stratejik önemde- hiçbir karar, hiçbir politika, hiçbir kurum yoktur. Çünkü Kemalizm ve onun devamı olan Atatürkçü düşünce Türkiye’yi hep “demokrasiye” yönlendiren ilkelere dayanmıştır.
Hem Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası, hem de Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimleri -başarısızlıkla sonuçlanmış olsalar da- Atatürk ve arkadaşlarının “çok partili düzen” özleminin kanıtlarıdır. Kaldı ki tek parti döneminin sonraki yıllarında bir kısım milletvekilinin siyasi iktidarı serbestçe eleştirmeleri için bir “Müstakil (bağımsız) Grup” adıyla bir grup kurmaları sağlanmıştır.
Hepsini bir yana bırakın, şu anda kullanılan TBMM binası dahi o dönemde bir gün “demokratik rejime geçileceğinin” kanıtıdır. Çünkü biri Millet Meclisi öteki Senato olmak üzere, iki kanatlı bir Parlamento düzenine kavuşacağımız daha 1937 yılında (Atatürk’ün sağlığında) dikkate alınmış ve yarışmayı meşhur mimar Prof. Clemens Holzmeister’in bunu öngören projesi kazanmıştır. Temeli 1939’da atılan bina o projeye uygun olarak tamamlanmış ve 6 Ocak 1961’de hizmete açılmıştır.
Bilinçsiz olarak bunlar yapılır mı?
Paylaş