HEPİMİZİN merakla,istekle beklediği sonuca eğer cazgırlıkla, şamatayla, hatta edepsizlik edip farklı düşünenleri tehdit eden satırlarla ulaşacaksak, tamam...
Bağıranlar bağırsın... Edepsizler ellerinden geleni yapsın. Ve sonunda diyelim ki: “Ortalıkta görünen bu yazılı kâğıt parçası bir suçun kanıtıdır.”
Ama yol bu mu?
Yol bizim bildiğimiz, eldeki nesnenin bilimsel metotlarla incelenip sonuçlandırılmasıdır.
O sonuç alınıncaya kadar kimse "AKP’yi ve Fethullah Gülen’i Bitirme Eylem Planı" başlıklı yazının bir "belge" olduğunu -veya olmadığını- söyleyemez. "Bu bir belgedir" dendiği anda artık ortada hukukun varsayacağı bir objeden söz edilebilir. Aksi halde kimsenin eldeki káğıt parçası üzerinde hükümler inşa etmeye hakkı yoktur. Buna mahkemeler de dahildir.
Ama mahkemeler de dahildir dediğimiz aşamada bakıyorsunuz beş yıl süreyle TBMM Başkanlığı yapmış, hayatını "hukuk adamı" sıfatıyla geçirmiş bir politikacı olan Bülent Arınç’ınbile, katıldığı bir toplantıda:
"(Ergenekon denen soruşturma sanıklarından birinin) Ofisinde ele geçirildiği iddia edilen belge"ye değindikten sonra "Asıl düşündürücü noktanın, belgenin altındaki imza olduğunu" kaydediyor. Ayrıca "Şu anda andıçlardan, fişlemelerden sonra bir imza ile karşımıza çıkan belgeyi tartışıyoruz. Buna müstehak değiliz. Bundan hoşlanmıyoruz, üzülüyor ve utanıyoruz. Bu, halkın iradesine, demokrasiye ve Anayasa’ya karşı ihanetten başka şey değil" dediği bildiriliyor.
Arınç konuşmasında bir de "tam demokratikleşme için önemli4 ana kuruma" işaret etmiş. Buna göre "Ordu, yargı, üniversiteler ve medyanın kendi içinde demokrasiyi sindirmeleri şart" imiş.
Önce sondan başlayalım:
Sadece Arınç’ın dediği kurumların değil, bireylerin, ailelerin, din adamlarının, bürokrasinin, kısaca herkesin "demokrasiyi içine sindirmesi" o sistemin iyi işlemesi için şarttır ama en az onlar kadar önemli olan bir kurum daha var... Siyasi partiler...
Sayın Arınç bu "demokrasi" özlemini, üyesi olduğu partide de dile getirsin de, sonra ötekilerden söz etsin.
"Tek imzalı yazı"ya gelince:
Yukarıda da değindik... Arınç’ın,ortadaki yazının "kanıt" sayılacağı dakikaya kadar, onu esas alan bir konuşmayı -bir hukukçu olarak- nasıl yapabildiğini biz açıklayamıyoruz.
Halen "yok hükmünde" olan bir yazıya dayanarak polemik yapmak bir hukuk adamına değil, ancak siyasi kavgalarla gözü dönmüş bir militana yakışır.
Arınç eğer "O yazının ve altındaki imzanın kanıt değeri taşıdığı saniyeye kadar tüm söylediklerimi yok sayın" gibi bir şart koşarak konuşsaydı kendisini biz de alkışlar, "Evet böyle bir plan yapmak, ona dayalı birtakım tertiplere girişmek, onu yazan için utanç vericidir" der, "Böyle tertiplere müstehak olmayan bir ulusun çocukları olarak üzüldüğümüzü, utanç duyduğumuzu" aynen kendisi gibi vurgulardık. Dahası, "Bu yapılan halkın iradesine, demokrasiye ve Anayasa’ya karşı ihanetten başka bir şey değil" diyerek, sözlerinin altına bir de imza atardık.
Oysa sadece Arınç değil, hepimize "demokrasi" dersi veren ama aslında faşizmin uşaklığına soyunan kalemler de aynı şeyi yapıyor. Asıl üzülüp utanılacak olan budur.