Kendi ifadesiyle “Kürt meselesi olarak adlandırılan” sorunun çözümü konusunda şimdiye kadar yapılmış teşebbüslerin en sonuç verecek türden olanını üstlendi. Önceki günkü basın toplantısında da sağduyu sahibi herkese “sağlıklı” görünen bir üslup ve yaklaşım sergiledi.
Beşir Atalay bu bağlamda kabinenin en uygun ve en deneyimli ismi... Gerçi deneyimi bu kadar çetrefil bir konuyla ilgili değil. Anımsamakta yarar var:
Devlet Bakanı sıfatıyla görev aldığı ilk AKP hükümeti, son elli yılı aşkın süredir üzerinde çok laf edilen ama bir türlü değiştirilemeyen 5680 sayılı Basın Yasası’nı -ve medya ile ilgili öteki yasaları- değiştirmeyi vaat edince bu sorunu çözme ona düşmüştü.
Atalay önyargılı davranmadı. Önce tüm medya dünyasının ilgililerini bir "Şûra"da topladı. Herkesi dinledi. Akademisyenlere kulak verdi. Sonunda ortaya çıkan taslağı yine ilgilere sundu. Böylece olgunlaşan ve hayli ileri hükümler içeren 5187 sayılı yeni Basın Yasası’nı o çıkarttı.
Ama öyle sanıyoruz ki AKP içindeki "medyadan nefret" kültürü öteki yasaları çıkartmasını engelledi.
Demek istediğimiz Beşir Atalay dinlemeyi ve sonuca varmayı bilen biridir.
Basın toplantısında "Üslup ve yöntemin en az işin özü kadar önemli olduğu bilinmektedir. Hele böyle hassas konularda bazen üslup ve yöntem işin özünden daha öne geçebilmektedir" demesi de bu açıdan önemlidir.
Dikkat edilirse Atalay, "çok titiz, çok hassas" ve "kavramları da çok seçerek" kullanmaya gereksinim duydukları bir çalışmadan söz ediyor.
Konuşma metnindeki "Kürt meselesi" deyimini bile başkaları tarafından "adlandırılan" kaydıyla kullanması bu titizliğin örneği olarak gösterilebilir. Nitekim konuşmayla ilgili bir özette "halklar"dan söz ettiği bildirildiği halde metni dikkatle okuyunca görüldüğü gibi ağzından böyle bir deyim çıkmış değildir.
Atalay çözümle ilgili çalışmanın içeriğine ilişkin bilgi vermediği gibi malum ve meşhur "kırmızı çizgi" türü bir laf da etmemektedir.
Ancak sorunun, "Vatandaşlarımızın demokratik haklarının genişletilmesi ve pekiştirilmesiyle, nerede yaşarsa yaşasın her vatandaşımızın kendisini devletin eşit ve hür ferdi olarak hissetmesini sağlamakla çözülebileceğine" inandığını söylemesi, temel bakış açısını ortaya koymaktadır. Bu, çözümü "bireysel demokratik hakları genişletmekte" gören ve doğru olan yaklaşımdır. AKP iktidarı bu yaklaşımı terk etmediği takdirde genel kamuoyunun desteğini arkasında bulur ve yılların sorununu çözebilir.
Ama "Biz farklıyız, o nedenle şu hakları isteriz" diyenlere ödün vermeye kalkarsa, başladığımız yere döneriz.
Hele başta Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk olmak üzere bazılarının söylediği gibi ülkeyi "halklar" bazında bölmeyi, 30 bin insanın hayatını kaybetmesinden sorumlu bir suçluyu devletin muhatabı konumuna yükseltmeyi amaçlayanlara olumlu yanıtlar verilirse belki bir 30 bin cana daha patlayacak bir sürece gireriz.
Neden böyle düşündüğümüzü yeri gelince DTP’nin talepleri üzerinden konuşuruz.