İKBAL yani yaygın anlayışa göre çok üst düzeyde makam ve mevki sahibi olmak kuşkusuz iyidir, güzeldir ama hayli de tehlikelidir.
"İkbal"in en önemli özelliği, sahibine karşı hiç de "dost" olmamasıdır.
Hatta "ikbal"in "hain" olduğunu söylemek daha doğru olur.
Hürriyet’in Ankara Temsilci Yardımcısı Şükrü Küçükşahin’in dünkü "Yapmayın bunu Hayrünnisa Hanım" başlıklı yazısını okumasaydık, aklımıza ne "ikbal" ne de onun özelliğinden söz etmek gelirdi.
Dahası, "ikbal" sahibi kişilerin eşlerinden söz etmek bu sütunun işi olmadığı için Küçükşahin’in yazdıklarını çok çok "gazetecilik" yönünden takdir eder, orada kalırdık.
Nitekim Sayın Bayan Gül’ün önce Dışişleri Köşkü diye bilinen resmi ikametgáhta sonra da Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi ardından Pembe Köşk’te yaptırdığı değişiklikler hayli geniş yayın konusu oldu ama bu sütunda tek kelimeyle değinilmedi.
Ama bu defa durum başka:
Şükrü Küçükşahin Sayın Bayan Gül’ün 1 Nisan 2008 günü Dolmabahçe Sarayı’nı gezdiğini, bu sırada padişahların ve saray mensuplarının günlük yaşamda kullandıkları eşyalardan halı, soba, koltuk takımı, tek kişilik yatar-kalkar koltuk, avize, sehpa dahil 35’inin fotoğraflarını çektirdiğini, bir süre sonra da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin resmi yazısıyla bunları Çankaya Köşkü’nealdırmak istediğini bildiriyordu.
TBMM Başkanı Köksal Toptan dün bu haberi, "Böyle bir talep söz konusu olursa Başkanlık Divanı’na götürürüz. Verilen o karara göre hareket ederiz. Sergilenenlerin verilmesi söz konusu olmaz. Depo Müze’mizde bulunan, teşhir edilmeyen objeler olursa, onların verilmesinde, bunların Çankaya Köşkü’nde özellikle de yabancıların görmesini teminde bir sakınca görmem" diyerek doğruladı.
Önce belirtelim:
Sayın Bayan Gül’ün isteği, bu isteği resmen káğıda döken Sayın Genel Sekreter dahil hiç kimsenin tasavvur edemeyeceği kadar büyük sorunlar doğurma potansiyeline sahiptir.
Çünkü Sayın Toptan’ın dediği gibi konu "TBMM Başkanlık Divanı"na gelse bile o tür eşyanın bulunduğu mekándan alınıp başka yere götürülmesi, pek çok formaliteye ve güvenlik önlemine tabidir.
Nitekim 1950-60 arasında, Milli Saraylarda inceleme yapan bir TBMM Hey’eti gerekli formaliteleri yerine getirmeden bir mührü söktürerek oradaki eşyaları görmeye girdiği için Meclis’tekıyamet koptuğunu ve DP iktidarının çok sıkıntıya düştüğünü anımsarız.
Bir başka nokta, bu tür tarihi eşyaların değeri ve önemi gittiği yerdeki personel tarafından yeterince bilinmediği için bir süre sonra "hurda" muamelesi görmeleridir.
En önemlisi de, o eşya belki bir gün bir hurdalıkta bulunur ama onu o hale getiren sorumlu hiçbir zaman bulunmaz.
Tabii olayın bir de "kültürel" diyerek anlatmak istediğimiz boyutu var.
O boyut, "neyi nerede kullanabileceğinizi" belirler.
"Neyi istemek yakışır, neyi istememek daha doğru olur"u bilmeyi gerektirir.
Hele "Osmanlı hanedanından kalma eşyayı o hanedanı reddederek kurulmuş devletin Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne almanın sembolik anlamı nedir?"e verilecek yanıt da yine "kültürel" boyutun içindedir.
Ama en önemlisi, "ikbal" döneminde sık görülen "baş dönmesi"nin doğuracağı sakıncalardır.