BİZ muhteremi "dilsiz" sanıyorduk. Meğer bülbül gibi şakırmış. Bunu Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın The Financial Times Gazetesi’nin 14 Nisan tarihli sayısında yayınlanan mülakatının orijinalini okuyunca anladık. Türkiye’de ağzından tek cümle laf almak için tirbuşon kullanmak gereken Sayın Bakan, karşısında ne dese "öyle" sanacak birini bulunca mangalda kül bırakmamış.
Oysa bizim basına yansıyan habere göre sadece, "Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması istemiyle açılan dava"ya değinirken, "siyasi bir konunun mahkemeye götürülmesi halinde mahkemenin işinin önemli ölçüde zorlaştırdığından" söz ettiği, sırf bu zorluğu gidermek için "Anayasa’da değişiklik yapmayı düşündüklerini" söylediği, "parti kapatma kriterlerinin Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından belirlenenlerle sınırlı olmasını" istediği ve bir de "türban konusunu, din özgürlüğü ve eğitim hakkı açısından ele aldıklarını" ifade ettiği bildirilmişti.
Bunları söylemiş ama onunla kalmamış.
Dünkü VATAN Gazetesi’nde Mustafa Mutlu böyle bir noktaya dikkat çekiyordu:
Mutlu,Babacan’ın Anayasa Mahkemesi’ninişini kolaylaştırmak amacıyla Anayasa’yı değiştirmeyi düşündüklerini söylediğine değindikten sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Katar’da El Cezire televizyonuna "AKP’nin kapatılacağına inanmıyorum. Bu yüzden Anayasa değişikliği yapıpbunu halkoylamasına götürmeyi düşünmüyoruz" dediğine işaret etmiş. "Birbirlerinden o kadar habersizler ki, off-side’a düşüyorlar" demiş.
Mülakattaki yanıtlarından Babacan’ın, yeni "Anayasa taslağının geniş bir şekilde dağıtıldığını" söylediğini öğreniyoruz.
Aslında o da yanlış. Çünkü hálá elde Ergun Özbudun ve arkadaşlarının hazırladığı taslaktan başka bir metin yok. Bir Dışişleri Bakanı eğer ondan söz ediyorsa, ya olayları iyi izlemiyor yahut muhataplarını kandırıyor demektir ki ne o iyidir ne öteki.
Kaldı ki "mahkemenin işini kolaylaştırmak" amacıyla Anayasa’yı değiştirme iddiası, kargaların güleceği kadar çocuksu bir açıklamadır. Umarız yüksek düzeyli diplomatik temaslar sırasında böyle argümanlar kullanmaz. Yoksa çok ayıp olur.
Zaten Başbakan Erdoğan’ın, "kapatılacağına inanmadığı" gerekçesiyle bu değişikliğe gerek görmediklerini söylemesi, gerçek sebebin "partiyi kapatılmaktan kurtarmak" olduğunu itirafa yetmektedir.
Babacan’ın Financial Times’a verdiği mülakatta, eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den "yaptığımız reform yasalarını veto ediyordu" diyerek şikáyette bulunduğu dikkati çekiyor. Böylece bir Dışişleri Bakanı’nınbir yabancı ülke kamuoyuna kendi Cumhurbaşkanı’nışikáyet etmesi gibi bir garabet yaşanıyor. Babacan’a göre "Neyse ki Cumhurbaşkanı Gül" öyle değilmiş.
Babacan’ın mülakatının tam metnini okuyunca kendisinin "türban meselesini kimseye ödün vermeden çözmenin çok basit ve kolay olduğunu" söylediği anlaşılıyor. Ama ne bu çok kolay ve basit sorunun nasıl çözüleceğini söylüyor ne de niçin içinden çıkılmaz hale geldiğini anlatıyor. Dahası, Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin "türban" konusunda verdiği kararlardan kaynaklanan yasağı tümden yok sayıp, "Bu yasağı 28 Şubat süreci koydu" diyerek tarihi gerçekleri çarpıtıyor.
Mülakatı okursanız eminiz, "İyi ki bu zat ağzını Türkiye’de açmıyor" diyeceksiniz.