BİZDE hálá neden yok, açıklamak zor. O yüzden biz Türk gazetecileri, genel kamuoyunun "saygı duyduğuna" inandığımız kişileri kaybedince biraz şaşırırız. Onlarla ilgili değerlendirmelerimizi kendi sütunlarımızda yaparız. Oysa özellikle Anglosakson basınında bunun için "Obituary" (Anma Sütunu) başlıklı bir sütun vardır.
O sütunun özelliği, kişisel değerlendirmeler yerine gazetenin görüşünü ifade etmesi yani "Müteveffayı ben şu tarihte tanıdım. Kendisiyle şöyle tanışır böyle buluşurduk. Hiç unutmam bana bir gün demişti ki" türü sözleri içermemesidir.
Neden saygıya değer bir kişiydi? Topluma ne gibi katkılarda bulundu? Hangi erdemleri ile takdir topladı, hangi eylemleri, kararları, görüşleri eleştiri konusu oldu? Bıraktığı eserler ne idi? Aile yaşamından kamuoyuna yansıtılmaya değer bir husus var ise o nedir gibi soruların yanıtlarını o sütunda bulursunuz. Böylece hem önemli bir insana gösterilmesi gereken saygı káğıda dökülür ve son bir değerlendirmeyle ölümsüzleştirilir hem de ona gösterilmesi gereken saygının gereği yerine getirilir.
Rahmetli Orhan Duru, kişiliğinin her zerresiyle Batı uygarlığını özümsemiş bir insandı. O nedenle son pazar günü kaybettiğimiz Duru’ya, onun hakkındaki görüşlerimizi bir Obituary sütununda toplamak yakışırdı.
Ama mademki bizim geleneğimiz bu... Basınımız, dediğimiz gibi bir sütunu başlatıncaya kadar belli ki biz de o geleneğe uyacağız.
Orhan Duru gazeteciliğe 48 yıl önce yani 1960Eylül yahut Ekim ayında, Ankara’da yayınlanan Öncü Gazetesi’ndebaşladı.
O tarihte ülkeyi yöneten 27 Mayıs’çı kadro üniversitelerde (6 üniversitemiz vardı) büyük bir tasfiye yaptı. Çoğu profesör ve doçent olmak üzere tam 147 öğretim üyesini bir anda kapı dışarı bıraktı. Hiçbiri hangi nedenle işlerinden ve akademik hayatlarından mahrum edildiklerini anlayamadılar. Çoğunun bir iftiraya kurban gittiği çok sonra anlaşıldı ama iş işten geçmişti.
Orhan Duru işte o listedeki isimlerden biriydi. Ankara Veteriner Fakültesi’nde Asistan (şimdiki adıyla Araştırma Görevlisi) iken işsiz kalmıştı.
Gazeteciliğe o nedenle yani biraz da zoraki girdi. Ama hikáye yazdığı, şiirle ilgilendiği, entelektüel ilgileri ve kaliteleri basındaki ortalamadan yukarıda olduğu için kısa zamanda kabul gördü.
O "kabul" kısa zamanda "saygı"ya dönüştü. Çünkü ağzından anlamsız laf çıkmazdı. Ama bir şey söylediği zaman içinde ya bilgi, ya mantık ya da espri bulurdunuz.
Üstelik çalışkan, dikkatli, zarif ve güvenilir bir kişi olduğu anlaşılınca Orhan Duru hembasın (medya) hem de sanat-edebiyat dünyamızda hemen herkesin sevdiği, saydığı bir aydın olarak hak ettiği yere oturdu.
Duru çalışkan bir gazeteciydi ama gazetecilikteki başarısından çok edebiyat dünyasındaki varlığıyla parladı. Muzip ve sevimli bir üslubu vardı. Kalıcılığını o nedenle daha çok hikáyeleriyle sağladı. Bunu aldığı Sedat Simavi ve Sait Faik Ödülleriyle tescil ettirdi.
Duru hiçbir zaman kavga ve mücadele adamı olmadı. O adı gibi duru ve sakin bir dünyanın insanıydı. Ardı sıra silinmeyecek bir sevgi ve saygı izi bırakarak gitti.