BİZİM erbab-ı iktidar, Türkiye’nin “Batı”dan “Doğu”ya kaymadığına alemi inandırmak için yemin etse de gerçekler bir oradan, bir buradan sırıtıp duruyor. Türkiye’nin, “Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık, maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık” diyen bir başbakan tarafından yönetildiğini düşünürseniz, bu sürpriz sayılmaz.
Son örneği, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) yaptığı bir araştırma ortaya koydu. TESEV, babasının hayrına hiçbir araştırma yapmaz. Bu araştırmayı da mutlaka bir amaca hizmet için yapmış olmalı. Ama o şimdi önemli değil. Önemli olan Başbakan Erdoğan’ın Mehmet Akif’in 1913 tarihli bir şiirinden alıntı yaparak, olsak olsak “Arap’ın hem sağ gözü hem de sağ eli” olabileceğimizi söylediği biz Türklere, bugün Arapların nasıl baktığı. Zaten dünkü Hürriyet’te çıkan Sefa Kaplan imzalı haberde bildirildiğine göre TESEV de onu araştırmış: İsrail’le yaşanan son Mavi Marmara krizinden önceki günlerde TESEV’ciler Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan ve Suriye’de tam 2006 kişiyle ya yüz yüze ya telefonla konuşmuşlar. Buna göre Arapların Türkler hakkındaki olumsuz duyguları 3 Kasım 2002 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle değişmeye başlamış. Derken 1 Mart 2003’te TBMM’nin topraklarımızı ABD askerlerine açmayı reddetmesi ve sonra Başbakan Erdoğan’ın Gazze’de binlerce sivili öldüren İsrail’e “hakaret” düzeyinde eleştiriler getirmesi Türkiye’nin Arap gözündeki itibarını çok yükseltmiş. Öyle ki şimdi Arapların yüzde 75’i Türklere olumlu gözle bakıyormuş. Burada bir parantez açıp soralım: Avrupa Birliği kamuoyundaki “olumlu puanımız yüzde 20’lerde sürünürken Araplar dünyasında yüzde 75’lerde ise, biz hâlâ “Batılıyız” diyebilir miyiz? Öte yandan Araplar, Türkiye’yi “İslam ve demokrasinin başarılı bir sentezi” olarak görüyor, bize gıpta ediyormuş. Örneğin “Arap dünyasındaki demokrat entelektüeller arasında ‘Türkiye gibi olalım’ diyenlerin oranı” bu sıralarda yüzde 61’miş. Nitekim bu kesim için “Türkiye’nin laik modeli, cazibeyi artıran bir diğer önemli unsur” imiş. Zaten “zurnanın zırt dediği” yer tam da burası. Yani Arap entelektüeller ne kadar “Türkiye gibi olalım” dese de Atatürk gibi bir “devrimci” bulup, ülkelerinde “laik bir rejim” kurmadıkça ne kadar öykünürlerse öykünsünler, çok çok Pakistan kadar olurlar. Bir başka deyişle, “Din ve dini değerleri kullanarak siyaset yapan partilere izin verildiği sürece” döner dolaşır karanlıktan çıkamazlar. Dahası kurdukları rejime de her şey diyebilirsiniz ama “demokrasi” diyemezsiniz. Nitekim Araplar 7 yıldızlı otele, en lüks araba, en büyük ve en modern saray, en geniş yol, en muhteşem havaalanına sahip olarak “çağdaş” sayılamadıklarını öğrendiler. Şimdi sıra “hukukun üstünlüğü” zemininde gelişen “özgür düşünce, eşitlik temelindeki özgür yaşamı” öğrenmelerine geldi. Bunu da yaparlarsa Türkiye’ye benzeyebilirler. Ama bugünküne değil, bugünkünü doğuran Atatürk Türkiyesi’ne...