Bıkmayan kalmadı ama belli ki bu "türban" davası bir süre daha baş ağrıtmaya devam edecek.
Şimdi bu konuyu "çözme" iddiasındaki iki partinin hazırladığı formülü biliyoruz. Buna ilişkin itirazlardan da üç aşağı beş yukarı haberimiz var.
Biz artık onları değil, getirilen bu formüller aynen yasalaşırsa önümüzdeki günlerde ne olabilir, ona değinmek niyetindeyiz.
Tartışılmayacak kadar açık olan husus şu:
Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri değiştirilir, onun ardından YÖK yasasının ek 17’nci maddesine konan "Çene altından bağlanmış başörtüsüyle üniversitede öğrenim görmek serbesttir" anlamındaki hüküm yürürlüğe girerse, bunu hem CHP hem de DSP, Anayasa’nın "laiklik" ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne götürecekler.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önce bu konuda verdiği kararları dikkate alınca söz konusu hükmün iptal edilmesi ihtimali güçlü görünüyor. Çünkü Fikret Bila’nın dünkü Milliyet’te yazdığı gibi, bu hüküm Anayasa Mahkemesi’nin 1989’da iptal ettiği:
"Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarda çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbestir" hükmünden sadece son cümlede farklıdır. Gerçi tartışmaların özünde hep "türban" ve "dini inanç" kavramları geçmektedir ama, Anayasa Mahkemesi’nin bir yasayı incelerken onun bütününü göz önünde bulundurduğu, konuya yasanın amacı ışığında baktığı bilenen bir husustur.
Ama asıl önemli olan, bazı -belki de birçok- hukukçunun, "Anayasa değiştirilir, türbana izin oradaki yeni hükümle sağlanırsa Anayasa Mahkemesi bir şey diyemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’da yapılan değişiklikleri ancak ’şekil’ yönünden inceleme yetkisi vardır" şeklinde özetlenebilecek görüşünün yerinde olup olmadığıdır.
Konuyu Anayasa hukukunun tanınmış uzmanlarıyla konuştuk. Özetleyebileceğimiz görüş şöyle:
"Anayasa Mahkemesi’nin sadece şekil yönünden inceleme yetkisi olduğunu ileri sürenler, Anayasa’nın değiştirilemeyen ve değiştirilmesi önerilemeyen ilk üç maddesinin etkisini ve önemini görmüyorlar. Bir Anayasa değişikliği şeklen tüm koşullara uyularak kabul edilmiş olsa bile, o değişikliğin, Cumhuriyet’in şeklini belirleyen laikliğe, demokratikliğe ve sosyal hukuk devleti niteliğine aykırı olduğu iddia ediliyorsa, Yüksek Mahkeme, ’Oy sayısı tutuyor, iki kere müzakere koşulu yerine getirilmiş. Binaenaleyh bizim yapacağımız bir şey yok’ diyemez. Bence dememesi lazım. Çünkü Yüksek Mahkeme’nin verdiği pek çok kararda, bu temel ilkeleri korumanın öncelikli bir görev olduğu ve tüm kuralların önüne geçtiği belirtilmiştir. Kaldı ki birçok bilim adamı da bu görüşü savunmuştur. O nedenle temel ilke olan laikliğe aykırı bir Anayasa değişikliği, iptal bile değil, ’yok hükmünde sayılmak’ gerekir."
Yok hükmünde (eski deyimle "ke’en lem yekun") saymanın sonucu, o konunun "iptal"i bile gerektirmeyecek kadar hukuk sistemine aykırı sayılması demektir.
Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi yok ki diyenler de görüşlerini söylesinler.